Kuzey Kafkasya’da Müridizm Hareketi

Standard

Orta Asya’dan Avrupa’ya açılan, Asya ile Avrupa arasında bir nevi sınır vazifesi gören Kuzey Kafkasya, tarihte olduğu gibi günümüzde de stratejik önemini korumaktadır.

Geçmişte yaşanan kavimler göçü ve daha sonraları batıya yapılan seferler sırasında gerek Timur, gerekse Cengiz Han’ın orduları Kuzey Kafkasya’da büyük acılar yaşanmasına sebep olmuşlardır.

Karadeniz ile Hazar Denizi arasında bir köprü gibi uzanan Kuzey Kafkasya yerli (otokton) halklarıyla dünyanın en eski medeniyet merkezleri arasında yer alır. Yüzlerce arkaik dilin konuşulduğu bu topraklar, insanlık tarihinin geçmişi ile ilgili bilinmeyenlere ulaşmak isteyen filologların, arkeologların uğrak yeri halini almıştır.

Araştırmacılar insanlık tarihinin köklerini bu topraklarda aramışlardır. Bu toprakların insanları çok değil, 200 yıl öncesine kadar, sözlü kültürü yaşayan ve yaşatan ozanları ile binlerce yıl öncesinden günümüze sayısız değerler taşımışlardır. Kuzey Kafkasya, özgürlüğe düşkün, esareti kabul etmeyen kavimlerin sığınağı olmuş, emperyalist ve zalim güçlerden kaçan ve canını kurtaran küçük nüfuslu kavimlere, Kafkas dağlarının zirveleri her zaman koruyucu olmuştur.

Hititlerden Urartulara, İskitlerden Amazonlara,Alanlar ve Sarmatlar’a varıncaya kadar bu gün tarih sahnesinden silinmiş bir çok kavimin izine Kuzey Kafkasya’da rastlanmaktadır.

Bir çok küçük kavim, Kafkasya’nın, bilhassa Dağıstan’ın bulutlarla öpüşen en yüksek zirvelerinde kültürlerini ve varlıklarını özgürce devam ettirme imkanı bulmuşlardır. Binlerce yıldır oturdukları topraklarla özdeşleşen Kafkas halkları, kendilerine özgü oluşturdukları devlet yapıları ile asırlarca barış içinde yaşamışlardır. Devlet tanımını kendi algısına göre yapan insanlar ya da toplumlar, Kuzey Kafkasya’da var olan yapıyı devletsiz, ilkel bir yaşam olarak izah etmeye çalışmışlardır.

Çok yakın bir tarihe kadar ilkel bir yaşam süren, Kafkasya’ya saldırdıkları tarihte bile medenilikleri tartışma götüren Ruslar sözüm ona Kafkaslara medeniyet ulaştırmak için gelmişlerdir.

Devletin en basit tanımı.”Milletin teşkilatlanmış biçimidir.” şeklinde ifade edilir. Bu ifadeden hareket edersek, Kuzey Kafkasya insanındaki teşkilatlanma yapısını incelediğimizde mükemmel bir devlet yapısıyla karşılaşırız. Hapishaneleri, korkunç zindanları olmayan bu ülkede, hayrete şayandır ki çok az suç işleme oranı görülmüştür. Milat öncesi Avrupa’da görülen site devletlerine benzeyen, belki onun daha küçüğü olan kabile devlet şeklinde izah edilebilecek bir yapı, Kuzey Kafkasya toplumlarında var ola gelmiş, en güçlü anayasalardan daha güçlü olan binlerce yıllık örf, toplumu bir arada tutmayı başarmıştır.

Kuzey Kafkasya’da her halkın, her kabilenin hükümranlık alanına giren toprak parçaları mevcuttu. Bu bölgeler diğer halklar tarafından zımnen kabul görmüş, kimse diğer bir halkın ya da kabilenin toprağına tecavüz etmemiştir. 19. yüzyılın başlarında bölgeyi gezen birçok batılı seyyah. Kafkasya’daki düzen, güvenlik ve medeni yaşamı görerek hayranlıklarını ifade etmişlerdir. (Bak.James Bell Çerkesya’dan Savaş Mektupları Çev: Sedat Özden Kafkas Vakfı Yay. İst 1998)

Kuzey Kafkasya insanı, kendi coğrafyasında, gelenek ve göreneklerin şemsiyesi altında oluşturduğu kendine özgü, yazılı olmayan yasalarıyla idare ettiği devletinde özgürce yaşamını sürdürürken, dünyada önemli olaylar cereyan ediyordu. Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri sonucunda büyük değişimler ve dönüşümler yaşanıyor, Avrupa hızla ulus devlet modeline doğru ilerliyordu.

1789 Fransız İhtilali ile ulus devlet ideali zirveye çıkıyor, bütün küçük halklar kendi milli devletlerini kurmak için harekete geçiyorlardı. Kuzey Kafkasya halkları, batıda oluşan devlet fikri ve modeline ihtiyaç hissettikleri zaman çok geç kalmışlardı .İşgalci güç sınıra dayanmış, Kafkasya’yı yutmaya hazırlanıyordu.

Kuzey steplerinde yaşayan Slav toplulukları, Knez adı verilen küçük prenslikler halinde yaşarken, aralarında meydana gelen uzun savaşlar sonucu Moskova Knezliği diğer prensleri idaresi altına alıyor ve Slav birliğini oluşturuyordu. Kuzeyde oluşan Slav birliğinin doğal olarak en büyük genişleme sahası güney bölgeleri idi.

Batılıların Büyük, Osmanlıların ise Deli Petro adıyla tanıdıkları Çar Petro ve karısı Katerina’nın Rusya için belirledikleri yeni hedef güneye sıcak denizlere inmekti. Bu hedefin önündeki en büyük engel ise Kuzey Kafkasya idi.

Kalıcı bir cihan devleti kurmak için Rusya’nın sıcak denizlere yani Akdeniz’e inmesinin şart olduğunu söyleyen Deli Petro’nun vasiyetini gerçekleştirmek için harekete geçen Rus Çarları, önlerine çıkan Kuzey Kafkasya engelini aşmak için, tarihin gördüğü en kanlı, en vahşi katliamlarını gerçekleştirdiler. Kuzey Kafkasya’da o zamana kadar kendi aralarında savaşmayan, dışarıdan gelen tehlikelere karşı geçici ittifaklar oluşturan otokton halklar, kalıcı birliktelikler oluşturmak zorundaydılar.

Asıl mevzuumuz olan müridizm hareketinin dinamiklerinin daha iyi anlaşılması için yukarıdaki uzun girizgahı yapmak zorundaydık. Slav yayılmacıları Kafkasya sınırına dayandıklarında, Kuzey Kafkasya insanını Rus halkından ayıran en önemli faktör din idi. Ortodoks hristiyan olan Ruslara karşı Kuzey Kafkasya insanı Müslüman idi. İslam’ın Dağıstan’a çok erken yıllarda VI. Yüzyılda girmiş olmasına karşın, Batı Kafkasya’nın İslamlaşma süreci çok sonraları olmuştur.

Batıdaki Adige halkı arasında İslam’ın yayılması kabileler bazında değişiklikler olmakla birlikte 1500’lü yıllardan başlayarak 1800’lü yılların başlarına kadar devam eder. Etnik birlikteliği olmayan Kuzey Kafkasya 19. yüzyılın başlarında dini birlikteliğini sağlamış bulunuyordu. 1783 yılında İmam Mansur Ruslara karşı cihat ilan ettiğinde, Karadeniz’den Hazar’a kadar Kafkasya’nın yüzde doksanı İslam’ı kabul etmiş vaziyetteydi. Burada bir hususa açıklık getirmek gerekir. Kuzey Kafkasya halkları İslam öncesi dönem de dahil olmak üzere hiçbir zaman başkalarının topraklarına işgal amaçlı saldırmamışlardır. Din, mezhep, ırk kavgası gibi durumlar Avrupa’yı göz önüne alırsak bu topraklarda yaşanmamıştır. Dağıstan 6. yüzyılda İslamı kabul etmişken, onun yanı başında yaşayan kavimlerin 15. asırdan sonra Osmanlı tesiriyle İslamlaşması dikkate şayandır.

Daha önceki ifadelerimizde belirttiğimiz gibi Rusların ulus-devlet haline gelip Kafkasya sınırlarına dayandıkları sırada, Kuzey Kafkasya’da bu kadar büyük bir güce karşı koyacak teşkilatlı bir güç mevcut değildi.

Bir tehlike anında hızla bir araya gelen, atlı silahlı birlikler oluşturan Kuzey Kafkasyalılar, tehlike geçtiği zaman günlük işlerine dönerlerdi. Kapıya dayanan ise, büyük bir tehlike ve uzun soluklu bir mücadeleyi
gerektiriyordu.

İmam Mansur, Kuzey Kafkas halklarını bir araya getirecek tek unsurun İslam olduğunun farkına vararak, Aldı köyünde başladığı vaazlarıyla, önce Çeçenistan, ardından Dağıstan’ı etkisi altına alarak büyük bir mücadele başlattı.

1783 yılında başlayan İmam Mansur’un mücadelesi 1791 yılında Osmanlı ordusuna yardım maksadıyla gittiği Karadeniz kıyısındaki Anapa önlerinde Ruslarla giriştiği savaşta yaralanarak esir düşmesiyle son buldu. Batılıların müridizm hareketi olarak adlandırdıkları bu savaşla ilk kıvılcım çakılmış oldu.

İmam Mansur’un Cihad çağrısı, İslamlaşma sürecini yeni tamamlayan batı Kafkasya’da yeterince yankı bulmamış ayrıca Osmanlıların İmam Mansur hareketine gereken önemi vermemeleri sonucu büyük bir hüsran yaşanmıştır.

1791 yılında Ruslara esir düşen İmam Mansur’a Osmanlının sonradan sahip çıkmaya çalışması pek bir anlam ifade etmemiş, Ruslar savaş hukukunu çiğneyerek, İmam Mansur’a bir savaş esiri gibi davranmamış, onu işkenceler altında şehit etmişlerdir.

İmam Mansur hareketinin Ruslar tarafından kan ve gözyaşıyla bastırılması Kafkasya’yı susturamamıştır. İmam Mansur’un şahadetinin ardından Kuzey Kafkasya 35 yıl kadar süren bir sessizlik dönemine girdi.

Kuzey Kafkasya tarihinde derin izler bırakan “İmamlar Devri” diye anılan bir dönemin başlangıcına geliyoruz. Emeviler döneminde İslam ile müşerref olan Dağıstan, köklü bir İslam geleneğine sahiptir. Asırlar boyu Orta Asya ve İran kökenli çeşitli işgal hareketlerine maruz kalan Dağıstan, işgalcilerin gelip geçici olmaları sayesinde kısa süreli sarsıntılar geçirse de toparlanma imkanı bulmuş, kadim kültürünü ısrarla yaşatmıştır. Kuzey sınırına dayanan Rusya büyük bir tehlike, aynı zamanda da Kuzey Kafkasya’yı ortadan kaldırıp Rus toprağı haline getirmeye çalışan bir düşmandı. Bu büyük düşmana karşı daha ciddi, daha derli toplu bir mücadele yöntemi belirlemek gerekiyordu.

İmam Mansur’un şahadeti sırasında doğan, onun kahramanlık destanlarını dinleyerek büyüyen, Dağıstanlı Gazi Muhammed ve arkadaşları Kafkasya’nın geleceği için ciddi kafa yoruyorlardı. Dağıstan medreselerinde eğitim gören, çağının bilimleriyle donanan, bu yüksek tahsilli gençler, Dağıstan ile birlikte Kafkasya’nın geleceğini de düşünüyorlardı.

İmam Mansur’un mücadelesini en ince ayrıntısına kadar etüt ediyorlar, eksik olan noktayı tespit etmeye çalışıyorlardı. Gazi Muhammed ve arkadaşları, Kuzey Kafkasya bağımsızlık savaşının motor gücü olarak İslam’ı görme noktasında İmam Mansur ile aynı görüşteydiler. Mansur’un eksik bıraktığı yer kadro meselesiydi. Onlara göre İmam Mansur, savaşı yürütecek kadroları yetiştirmeden cihat bayrağını açmış, taktik hatası yapmıştı. Verilecek mücadele uzun soluklu ve geniş kadrolara ihtiyaç gerektiriyordu.

Kafkasya’nın geleceğine talip olan, Gazi Muhammed ve arkadaşları o dönemde Dağıstan’ın en teşkilatlı gücü olan Nakşibendiye tarikatı içinde yetişip pişmiştiler. Bağımsızlık savaşını yürütecek kadro birbirini burada tanımıştı. Dostluğu, fedakarlığı, tahammülü, itaati ve daha birçok şeyi öğreniyorlardı. Dünyada yaşarken nefislerinde ölümü tadıyorlardı. İnsanların en korkulu rüyası ölüm onların dostuydu.

17. yüzyılın sonlarından itibaren Orta Asya üzerinden Dağıstan’a giren Nakşibendiye tarikatının Dağıstan’da çok geniş bir tabanı vardı. Cemalettin Kumuki ve Muhammed Yeragi Hazretleri gibi iki büyük şeyh, Dağıstan’ın en ücra noktalarına kadar nüfuz etmişlerdi.

Tarih boyunca düşmana karşı kahramanca savaşırken hayatını kaybeden, ardından destanlar söylenen, türküler bestelenen Kuzey Kafkasya insanı, İslam’la birlikte tanıştığı şehitlik kavramı sayesinde, ölümü daha anlamlı bir hale getiriyordu.

Gazi Muhammed ve arkadaşları Tasavvuf ve tarikat disiplini içinde ruhunu yıkayan ve nefsini öldüren müritlerden yepyeni bir insan tipi ortaya çıkarmayı hedeflemişlerdi.

Tasavvuf eğitimi altında, bütün beşeri zevkleri terk ederek, kendini tamamen Allah’a adayan ve onunla bütünleşmeyi ana hedef haline getiren mürit’e Rabbine kavuşmak için güzel bir fırsat sunuluyordu.

Gazi Muhammed 1829. yılında neşrettiği küçük risalesinde “Dağlı’nın birinci vazifesi özgürlük uğruna gazavattır. İkinci görev bireyin, ailenin, milletin ve devletin geleceği için cihattır” diyordu.

Müridizm adıyla anılan ve tarikat disiplini altında yetişen, ölmeden önce ölümü tadan dervişler sayesinde Kafkasya sathına yayılan bu hareket geniş bir kitleyi etkilemiştir.

Tasavvuf ve tarikat, asırlar boyu ferdin kendi iç dünyasıyla, nefsiyle hesaplaşması, kısaca bireyin kendi imanını kurtarması şeklinde algılanmıştır.

Tasavvuf, tarih boyu inzivaya çekilen, bir lokma bir hırka anlayışıyla nefis mücadelesi veren bir hareket olarak tanımlanırken Gazi Muhammed, İmam Şamil ve arkadaşları tarikat disiplininden yararlanarak emir komuta zinciri altında kadrolar oluşturmaya muvaffak olmuşlardır. İmam Şamil ve arkadaşları tarikat bünyesinden ordular oluştururken başlangıçta, gelenekçi bazı tarikat önderlerinin tepkileriyle karşılaşmışlardır.

Gazi Muhammed ve İmam Şamil tasavvufu bir iman ve aksiyon hareketi haline getirmişlerdir. Tasavvuf, onların yorumuyla “Allahın insanlara bahşettiği canı, bedeni insan onuruna yakışır şekilde korumak, ailesi, sülalesi, kabilesi ve toplumuna da insanca bir yaşam sunmak için gerekirse kendini feda etmek” şeklinde ifade edilmiştir.

Müridizm, Gazi Muhammed ve İmam Hamzat’ın kısa süreli imamet dönemlerinin ardından İmam Şamil ile zirveye çıkmış altın çağını yaşamıştır. İmam Şamil, dergahta pişerek nefis eğitimini tamamlayan, kendini sadece Allah’a adayan, ölümü ona kavuşmak için bir vasıta olarak gören müritlere, dünya hayatına ait vazifeler yüklemeyi başarmıştır. Kişinin kendi imanını kurtarmasının yanı sıra, ailesine ve toplumuna karşı sorumlulukları olduğunu hatırlatarak, dervişlere sosyal ve siyasi misyonlar yüklemiş, yeni bir tarz ortaya koymuştur.

İmam Şamil imamet makamına gelir gelmez müritlerine değişik vazifeler yükleyerek onları yönetime dahil etmeyi başarmıştır. Naiplik adı verilen bir müesseseyi harekete geçiren İmam Şamil, kendi yetkileriyle donattığı, kendisini tam anlamıyla temsil eden naiplerini ülkenin dört bir yanına dağıtmıştır.

İmam Şamil’in devlet modelinde, her naibin bulunduğu yer bir idari birimdir. Naipler, direkt olarak İmamın temsilcileridir. Naipler arasında da hiyerarşi ve otorite farkı mevcuttur. İmam, Kuzey Kafkasya’ da dini anlamından daha çok,devlet başkanı ya da siyasi önder anlamlarına gelmektedir. İmam Şamil için kullanılan “Şeyh Şamil” unvanı ona duyulan aşırı sevginin bir tezahürüdür. Şamil bu unvanı kendisi hiçbir yerde kullanmamıştır. Üç veya dört naiplikten oluşan birim bir baş naibe bağlı ve vilayet konumundadır. Naipler kendi yetki bölgelerinde, adalet, asayiş, yönetim kısacası hayatın her alanını tanzim etmekle görevliydiler. Kafkasya gibi kabile, klan ve soya dayalı üstünlük iddialarının bitip tükenmediği bir ülkede naipler İslam’ın adalet anlayışı sayesinde topluma hükmedebiliyorlardı. Thamada adıyla yaşlıların mutlak bir hakimiyet tesis ettikleri Kuzey Kafkasya coğrafyasında, Müridizm sayesindedir ki, yaşları 35 civarında olan Gazi Muhammed, Hamzat ve İmam Şamil gibi gençler toplum önderi olarak ortaya çıkmış ve kitleleri peşlerinden sürükleyebilmişlerdir. Kafkasya’da İmam Şamil ve arkadaşlarının önderliğinde gelişen Müridizm hareketi, sadece dini bir akım olmanın ötesinde sosyal ve siyasi bir hareket olarak toplum hayatına damgasını vurmuştur. Müridizm sadece Dağıstan değil tüm Kuzey Kafkasya’da bağımsız bir devlet kurmayı hedeflemiştir. İmam Şamil Karadeniz’den Hazar’a her yere Naibler tayin ederek, Kuzey Kafkasya’yı bir bütün olarak algıladığını ifade etmiştir. Batı Kafkasya’ya tayin ettiği naip Muhammed Emin’in Adige halkı ile birlikte Ruslara karşı verdiği savaş, İmam Şamil’in 1859 yılında teslim olmasından sonra 1864 yılına kadar devam etmiştir. İmam Şamil kendi hükümranlık bölgesini 20 ayrı vilayete ayırmıştı. Her vilayetten sorumlu naip, aynı zamanda bir ordu komutanı idi.

Naipler yönettikleri vilayetlerde bulunan eli silah tutan insanları ayrı bir defterde kayıt altına alıyorlardı. Savaş zamanı her naip en hızlı şekilde emri altındaki birlikleri savaş alanına sevk etmekle yükümlüydü. Güçlü döneminde İmam Şamil’in askeri gücü 60.000 civarına ulaşmıştı. Olağanüstü durumlarda kadın erkek herkes asker olarak görev alacak, bu sayı yüz binlere çıkacaktı.

Müridizm, Ruslara karşı bağımsızlık savaşı veren Kuzey Kafkasya insanının savaş disiplininden kopmaması için bazı tedbirler geliştirmişti.

Müridizm hükümlerine göre ;
-Bir savaşçı ölüm halinde olsa, tedavisini bir Rus doktoruna yaptırmaktansa ölümü tercih edecekti.
– Rus imalatı hiçbir mal satın alınmayacaktı.
– Hangi şartla olursa olsun Ruslarla barış, ateşkes vs. gibi anlaşmalar teklif dahi edilemez, teklif edenin cezası yüz kırbaçtır.
– Tütün içmek de dahil olmak üzere her türlü uyuşturucu kullanımı şiddetle cezalandırılacaktır.

Yukarıda zikredilen maddeler, insan hakları ve birey hukukuna aykırı görülse bile, Müridizm, günümüzde olağanüstü hal diye izah edilebilecek bir hukuku uygulayarak, savaş ortamında halk arasında meydana gelebilecek her türlü fitneyi baştan önlemeye çalışmıştır. Çevresindeki insanların ısrarlarına dayanamayarak aracı olan, oğlu Şamil’e Ruslarla geçici bir ateşkes imzalaması için ricada bulunan annesini kırbaç cezasına çarptırması, hasta ve zayıf olan annesi yerine onun varisi olan Şamil’in kırbaç cezasını bizzat kendisinin çekmesi, Müridizm kurallarının katılığına tipik bir örnektir.

Bu sayededir ki İmam Şamil, kendisinden kat kat fazla insan gücüne sahip olan Rus orduları karşısında sayısız zaferler kazanmıştır.

Kuzey Kafkasya genelinde top yekun bir mücadele başlatmayı başaran İmam Şamil, Osmanlı başta olmak üzere, batıdan gerekli desteği alamamıştır.

İmam Mansur mücadelesine göre, İmam Şamil’in mücadelesi dünya kamuoyunda daha çok yankı bulmasına rağmen, o zamanın konjonktürü gereği yeterli destek gelmemiştir.

Osmanlının kendi iç problemleriyle uğraşması, Avrupa devletlerinin kıtalararası yeni sömürgeler elde etme yarışına kalkışması, Rusya’nın Kafkasya’da yaptığı katliam ve soykırımın dünya gündeminde yeterince yer almasını engellemiştir. İmam Şamil ve Müridizm hareketi dünyadaki diğer tasavvuf ve tarikat hareketlerini de etkilemiştir.

Afrika kıtasının Akdeniz kıyısındaki ülkesi Cezayir’deki Kadiri Şeyhi Emir Abdülkadir’in başlattığı bağımsızlık savaşı İmam Şamil’den etkilenmiştir. Emir Abdülkadir , son dönemlerinde İmam Şamil’i Medine’de ziyaret ederek, ona karşı duyduğu hayranlığı bizzat ifade etmiştir. Yine Libya’daki Nakşibendi tarikatına mensup Sunusi hareketinin İtalyanlara karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinde de İmam Şamil’in tesirlerini görüyoruz.

İmam Şamil, içine kapanık bir hareket olarak, asırlar boyu yönetimlerin halkı denetleme vasıtası olarak kullandıkları tarikatı, bir sivil toplum hareketine dönüştürmeyi başarmıştır.
Tarikat Kuzey Kafkasya’da bir sivil toplum organizasyonu olarak, devlete giden bir araç vazifesi görmüştür. Müridizm Kuzey Kafkasya coğrafyasına has bir hareket olmuştur. Başka ülkeleri etkilese bile birebir Kafkasya’daki etkilerini göstermemiştir.

İmam Şamil’in insan gücünün ulaşabileceği son noktaya kadar verdiği mücadele, kendisinden belki de yüz kat daha fazla olan Rus ordusunun galibiyetiyle bitti. Şamil, çevresindeki ulemanın tavsiyesi üzerine Gunip köyünde Ruslarla masaya oturmak zorunda kaldı. Kendisine serbestçe ülkeyi terk etme sözü verilmesine rağmen yıllarca Petersburg’da ev hapsinde tutuldu.

İmam Şamil sonrasında Kafkasya’da Müridizm hareketi elbette yok olmadı. İmam Şamil döneminde Dağıstan merkezli direniş hareketinin merkezi bu sefer Çeçenistan’a kaydı.

İmam Şamil döneminin sonlarına doğru Çeçenistan’da Kadiri tarikatı hızla yayılmaya başlamıştı. Hac dönüşü Bağdat’a uğrayan ve burada Abdülkadir Geylani türbesi yanındaki dergahta birkaç yıl kalan ve halifelik icazeti alarak Kafkasya’ya dönen Kunta Hacı Kişiyev bu tarikatın Kafkasya’daki önderi olmuştu.

Kunta Hacı tarikatı ile Şamil taraftarı Nakşibendiler arasında Ruslar tarafından ekilmeye çalışılan fitne tohumları kısmen başarılı oldu sayılabilir. Kunta Hacı tarafından tasavvufun gerçek anlamı olan savaş karşıtı söylemleri Rus yanlısı bir tutum olarak bazı çevreler tarafından algılanmış; Kunta Hacı’nın kişiliğinin tartışılmasına sebep olmuştur.

İmam Şamil direnişinin bastırılmasının ardından, Ruslar batı Kafkasya’da 1864 yılına kadar direnen Adıgelerle savaşa devam ettiler. 21 Mayıs 1864 tarihinde son Çerkes birliği Soçi yakınlarında Kabaade platosunda kahramanca bir direnişin ardından tek kişi kalmamacasına yirmi bin neferiyle şehit oldular.

Batı Kafkasyanın düşmesinden sonra, Ruslar bu bölgede büyük bir soykırım uyguladılar. İki milyon civarında Çerkes zorla vatanından kopartılarak Osmanlı topraklarına sürüldüler. Sürgüne gönderilen insanların bir milyona yakını yollarda hayatını kaybetti.

Batı Kafkasya direnişini bastıran Ruslar Çeçenistan’daki Kunta Hacı ve müntesiplerinin üzerine yürüdüler. Kunta Hacı ve müritlerinin birçoğu tutuklandılar. Kunta Hacı yakın adamları ile birlikte Kalujski şehrine sürüldü. Burada zindana konuldu. Bu tarihten sonra Kunta Haci’nın akıbeti hakkında bir bilgi yoktur. Kuvvetle muhtemel burada öldü ya da öldürüldü. Mezarı halen belli değildir.

Şamil döneminde gazavata iştirak etmemekle suçlanan kadiriler, 1877-78 isyanında Dağıstanlı Nakşibendiler ile birlikte Ruslara karşı mücadele etmişlerdir.

Müridizm hareketi Kafkasya’da her zaman başkaldırı ve direnişin motor gücü olmuştur. Çarlığın yıkılmasının ardından Karadeniz’den Hazara bütün Kafkas halkları bir araya gelerek Kuzey Kafkasya Cumhuriyetini kurmuşlar, bağımsızlık arzularını izhar etmişlerdir.

11 Mayıs 1918 tarihinde ilan edilen Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları arasında hem Dağıstan hem de Çeçenistan sufilerinin de yer aldığı bir gerçektir.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, hem Çar güçleri hem de ihtilalci Bolşevik kuvvetleri ile aynı anda savaşmak durumunda kalmıştır. Dağıstanlı lider İmam Gotsatlı Necmettin, 1920 yılında o zamanlar 19 yaşında bir genç olan İmam Şamil’in torunu Sait Şamil’i Dağıstan’a davet ederek Şamil’in gazavat bayrağını yeniden açmış, 1921 yılı Haziranına kadar büyük bir direniş göstermişlerdir.

Müridizm hareketi ve sufiler Kuzey Kafkasya’da Komünizmin en güçlü olduğu Stalin döneminde bile faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Sovyetlerin çöküşünün ardından 1991 yılında bölgeye yapmış olduğumuz ziyaret ve bunu takip eden birçok ziyaretler sırasında buna bizzat gözlerimizle şahit olduk.

Hele Dağıstan’da dağların zirvelerinde yer alan köylere Komünizmin hiçbir zaman uğrayamadığını gördük. Buralarda bir kelime bile Rusça bilmeyen yaşlıların dini geleneklerini olduğu gibi sürdürdüklerine şahit olduk.

Komünist ideoloji İmam Şamil’i Türk ve İngiliz ajanı olarak ilan edip hakkında bir çok yayınlar yaptırdı. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı, Dağıstan’ın dünya çapında yetiştirdiği büyük yazar Resul Hamzatov’un yazdıklarıydı.

Resul Hamzatov kendi tabiriyle, İmam Şamili karalayanlar korosuna katılmanın bedelini ağır ödedi..Dağıstan’da başta kendi köylüleri olmak üzere, halkın kahir ekseriyeti Hamzatov’a sırtlarını döndüler.

Hamzatov ile 1990 yılında İstanbul’a geldiğinde, ikinci dünya savaşında Kafkasya’yı terk eden ve mülteci olarak Türkiye’ye yerleşen rahmetli Musa Ramazan’ın evinde tanışıp uzun bir sohbet etme imkanı bulmuştuk.

Hamzatov bu sohbet sırasında hayatının en büyük hatası olarak Şamil hakkında aşağılayıcı bir şiir yazması olduğunu söylemiş ve bu utancı halen taşıdığını ifade etmişti. Hamzatov daha sonraları kaleme aldığı “Benim Dağıstan’ım” adlı eserinde İmam Şamil’in ruhundan ve halkından özür dileyen meşhur şiirini kaleme almıştır.
Hamzatov’un iki ayrı şiiri Kuzey Kafkasya insanının en zor şartlar altında bile Müridizm ideolojisini taşıyabilmesine güzel bir örnektir. Yükselme ve makam hırsıyla İmam Şamil’e kara çalan Hamzatov’un, başta kendi ailesi ve yakın çevresi olmak üzere toplumdan dışlanması Şamil ve Müridizm hareketinin canlılığını gösterir.

Aşağıdaki satırlarda komünist ideolojinin insanları nasıl kişiliksiz bir hale soktuğunu Resul Hamzatuv’un Şamilden bahseden iki ayrı şiirinde yakından gözleme imkanı buluyoruz.

İMAM
İngilizler ona itina ile bir sarık sardılar,
Türkler de sakalını dikkatte kınaladılar,
Daha önemlisi Kur’an’ı eline verip
Çelikten bir kılıçla ortaya saldılar.
İşte size dağlıların imamı ki,
O Allah’ın yeryüzündeki vekili.
O ilkin, kılıcıyla Dağıstan evlatlarını biçti.
Dağlı itaatli değildi, Şamil’in önünde kabahatliydi.
Sonra sıra Rus evlatlarındaydı,
“Dinsizleri kesiniz” diye cihad ilan etti.
Ne getirdi İmam’ın hak ve din kılıcı?
Ne kazandırdı, neyi korudu, kimin içindi bu cihad?
Dumanlarla kaplanmış avullarına yıkıntı ve korku;
Haydutlara bolluğu, hakikatli(!) mollalarına hilebazlığı.

Neler korudu onun çekilmez istibdadı?
Kara perdesi yalanın, açlığın ve can korkusunun.
Ekinler için yangınlar, milleti için haksızlık, cehalet.
Yılanlara yatak oldu, Çeçenistan ormanlarında yuvalar.
Ölülere mezar, yaralılara ölümden de beter ızdırablar,
Yavrulara yetimlik, dullara sonsuz iniltiler.
İmam için yok yoktu, yetmezdi onyedi katırda altınlar,
Şöhreti ve yedi karısı…

Neyi korudu o İmam’ın kanlı kılıcı?
Puşkin’in tatlı ve aydınlatıcı nağmeleri
Bizim dağlılara mıydı?
Yegane dostluk yıllar sonra gelecek,
Milletlere mutluluk, kardeş birliği verecek.
Neyi korudu o İmam’ın idaresi?
Zenginlere vatan topraklarım toptan ve perakende satmayı,
Dağıstan evlatlarını sağa, sola dağıtmayı.
İngiliz ve Türk’ün araba tekerleği altmdaki toprağa
Hazırdı İmam rütbe ve şöhreti uğruna
Dağıstan evlatlarının kanlarını karıştırmağa.
Ama dolanan at Gunib’in tepesinde topallamıştı.
İhtiyar İmam kalbinin güçsüzlüğünden şikayete başlamıştı.
İmam affi buldu ama ihtiyarlığından değildi.
Merhametinden çarın sağlam ip yerine
Esirinin karnını tok tutmalarını emretmişti,
Koşudan önce beslenen bir ata benzemişti.
O Rus evlatlarına dağlarda kıyan
Dağıstan evlatlarını at yemi haline koyan
O haindir dağlarda İmam unvanını taşıyan
Rusya’da Çar adı taşıyana yakındı.
İkisinin de eli milletlerinin kanıyla yıkanıktı.
Keder ekerlerdi ikisi de, benzerlikleri bundandı.
Sevgili Şamil’ine “Canın istediği gibi hareket et
Davetlim, misafirim ve kardeşim,
Her zaman sarayımda konuğumsun” derdi.
Böylece son buldu İmam’ın yirmi beş yıllık yalanı,
Gebermek için bile O, Dağıstan’a dönmedi.
Çeçen kurtlarıyla, yılan İnguşlara gerekti cesedi.
İngilizler gömdü O’nu Arabistan’ın kumlu tepelerine.

(1951 Moskova Molodaya Gvardiya Dergisi)

Şiir aslında daha uzun; biz bir kısmını alıntıladık. Ruslar arasında bile İmam Şamil’e bu kadar ağır hakaretler eden bir yazara rastlanmamıştı. Bu şiiri yayınlayan Resul Hamzatov aynı yıl Stalin tarafından verilen büyük ödüle layık görüldü. Bir anda önü açıldı. Uluslar arası toplantılara katılmaya başladı.

Stalin’in ölümünün ardından rüzgar tersine döndü. Şiiri yazdıktan sonra hemşerileri tarafından kınanan Hamzatov, o ağır hakaretlere maruz bıraktığı Şamil’in halk arasındaki popülaritesi ve manevi otoritesi karşısında ezildikçe ezildi.

Kruşçev döneminde bazı yumuşamalar olmuştu. İmam Şamilden artık hain olarak bahsedilmiyordu. Hamzatov tarafından Şamil için yazılan hakaretname hala ortada duruyordu.

Hamzatov içten içe rahatsızlık duyuyordu. Vicdanı onu rahatsız ediyordu.1967 yılında kaleme aldığı “Benim Dağıstan’ım” adlı muhteşem eserinde kendisini affettirmek maksadıyla Şamilden ve onun aziz ruhundan özür dileyen ünlü şiirini kaleme aldı

ŞİİR
Yine o eski, o iyileşmemiş yara
Yüreğimi yakıyor,
Dedemin bir masalıydı O.
Ta çocukluğumdan bilirim
Onun üstüne ne söylenmişse köylerimizde.
Bir masaldı O, yaşamla içice geçmiş
Kulak kesilirdim her dinleyişimde
Ve gün kavuşurken kızaran bulutlar bana
Onun komutasındaki savaşçılar gibi gelirdi.
Dağların türküsüydü O, annemin de söylediği
Hiç unutamadığım çocukluğumdan beri
O tertemiz gözlerindeki pırıl pırıl yaşlar
Kuytu ormanların çiğleriydi sanki.
Bir resmi asılıydı evimizde, asker giysili
Seyreder dururdu öylece bizi
Solaktı, sol elinde tutardı kılıcını
Sağ yanında asılıydı tüfeği.
Anımsıyorum, bu koca savaşçıydı
İki ağabeyimi cepheye uğurlayan
Ve izleyen tank yapılsın diye bacımın
Bileziklerini verişini, asılı olduğu duvardan.
Ölümünden az önce babam
Bir destan yazmıştı Onun üzerine
Ama yazık! Kara çalındı kahramana
Söylentiler çıkarıldı arkasından.
Bu beklenmeyen acı olmasaydı
Belki yaşıyor olacaktı babam
Ve ne yazık, ben de katıldım bu kara çalıcılar korosuna,
Düşünülmeden bestelenivermiş kötü bir şarkıyla.
Çeyrek yüzyıl boyunca atalarımız
Elde kılıç yere serdiler düşmanı
Oysa ben şaşırıp çocukça bir şiirde
Düşmanın adamı diye gösterdim kahramanı.
Geceleri her yerde onun ayak sesleri
Işığı söndürdüm mü pencerede görünen O
Ahulgo’nun yiğit savunucusu oluyor kimi kez
Gunib’li bir ihtiyar ya da, giriyor içeri.
“Çok savaşlar yaşadım” diyor, “çok kanım aktı
Tam ondokuz kez yaralandım
Yirminci yarayı sen açtın bana
Sen açtın ağzı süt kokan çocuk.”
“Hançer yaraları aldım, kurşun yaraları aldım
Ama senin açtığın yara çok daha büyük acı verdi
İlk kez bir Dağlı’dan yara aldım
Bundan daha büyük aşağılanma yoktur bir Dağlı için.”
“Gazalarımı bugün belki hafife alıyorsun
Ama bu, dağlar bu gazalarla savunuldu.
Ben de görüyorum, silahım oldukça eskimiş
Ama özgürlük dağlara bu hançerin ucundan geldi.”
“Durup dinlenmeksizin savaştım o dağlı inadımla
Şölenler, keyif meclisleri nedir bilmedim
Ozanlara kamçıyı çaldığım da oldu
Aşıklara acımasız davrandığım da.”
“Onlara sert davranırken yanılıyordum belki
Gem vuramazken öfkeme belki haksızdım
Ama senin gibi karaçalıcıları gördüm mü
Hoşgörülü olamadım diye kendimi kınamıyorum…”
Sabaha dek böylece oturuyor, sitemle bakıyor bana: Odayı dolduran geceyarısı karanlığı da olsa Kınalı sakalını görüyorum, görkemli Papağının üzerinde sıksıkı sarığı.
Ne yanıt vereyim Ona ve sana ey halkım
Suçum bağışlanacak gibi değil ki…
Ayrı yol tutmuştu Naib de önderinden
Toy değil üstelik sınanmış bir askerdi üstelik Hacı Murat.
Ayrı yol tuttu ve bataklıkta boğuldu
Böylece de hakettiği cezayı buldu.

…İmam’a geri mi dönsem acaba? Gülünç bir istek.
Ne yol o yol şimdi, ne de zaman o zaman.
Bu düşüncesiz davranışımdan dolayı
Her gece utanç içinde kıvrandım durdum
İmam’dan beni bağışlamasını diliyorum.
Ama bataklığa düşmek de istemiyorum.
İmam özür kabul etmiyor ama.
Aldattım çünkü onu, beni bağışlamayacaktır.
Toy bir ozanın karaçalıcı dizelerini
Yazacağını kılıçla yazan kişi unutmayacaktır.
Unutmasın… Ama sen, çıldırasıya sevdiğim ülkem
Ve sen halkım, siz bağışlayın suçumu
Doğduğum toprak, bir ananın oğlunu
Bağışlaması gibi bağışla ozanı.

(Benim Dağıstanım. Çev: Mazlum Beyhan Düşün Yayınları İst 1984)

İmam Şamil’in kurmuş olduğu müridizm, Rusya’da dünya çapında şöhrete ulaşmış, şöhretten başı dönmüş, ayakları yerden kesilmiş Resul Hamzatov’a aradan geçen yüz yıla rağmen haddini bildirmeyi başarmıştır.
Müridizm hareketi hem Çarlık, hem de kömünizm döneminde SSCB’nin başının belası olmuştur. İkinci dünya savaşı da dahil olmak üzere Sovyetlerde yaşanan her başkaldırı hareketinde Kuzey Kafkasya sufileri mutlaka yer almışlardır.

Bugün Çeçenistan’da cereyan eden bağımsızlık savaşının temelleri İmam Şamil’in müridizm hareketiyle atılmıştır. 80 yılı aşkın, temeli ateizme dayanan komünist sistemden Kuzey Kafkasya’nın sapasağlam çıkabilmesinin esrarı, köklü tasavvuf geleneğine sahip Kafkasya insanının hala müridizm ruhunu genlerinde taşımasıdır.

İmam Şamil, ünü Kuzey Kafkasya sınırlarını aşmış dünyaca tanınan büyük bir lideridir. Toplumlar yetiştirdikleri büyük liderlerin manevi şemsiyesi altında kimliklerini bulur ve milletleşirler. Çeçenistan bağımsızlık savaşının önderi Dudayev Kunta Hacı geleneğine bağlı bir sufi ailenin mensubuydu.

Yine Çeçen bağımsızlık savaşının önemli isimlerinden Şamil Basayev, doğumunda Şamil olmayan ismini İmam Şamil’e izafeten değiştirerek Şamil yapmıştır.

Bu gün Rus hegamonyası altında yaşayan sözde Dağıstan Cumhuriyetinde İmam Şamil adına bir vakıf kurulmuştur. Ayrıca Mahaçkale’de Samil adına müze açılmıştır.

Kuzey Kafkasya halkları gelecekte devlet olmak istiyorlarsa İmam Şamil ve naiplerinin hareket ve metotlarını çok iyi tahlil etmeli, bu metodu günümüze adapte etmenin yollarını aramalıdırlar. Ölümünün üzerinden 144 yıl geçti. Onun manevi ruhu hala Kafkasya semalarında dolaşıyor. Kafkasya, Bağımsız ve Birleşik Kafkasya yolunda yeni İmam Şamil’ler bekliyor.

•Bu makale Hasan Celal GÜZEL tarafından yayınlanan “Yeni Türkiye” dergisinin KAFKASLAR özel sayısında yayınlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir