Üsküp’teki otelimizden sabah sekizde çıkıyoruz. Bu gün rotamız
Kosova . Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Sırbistan içinde özerk
bir bölge olarak bir müddet kalan Kosova, 2008 yılında tek taraflı
olarak bağımsızlığını ilan etmişti.
Türkiye Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmuş. Bu
sebeple Kosova’da Türkiye’nin prestijinin yüksek olduğunu biliyoruz.
Avrupa’nın en genç ve ellinci devleti olan Kosova’yı ziyaret
edeceğiz. Kosova sınırı Üsküp’e çok yakın, yirmi beş ya da otuz
kilometre mesafede bulunuyor.Kosova yolunda ilerlerken, gözümün önüne eski Anadolu kasaba
yolları geliyor. Sadece gidiş geliş olan tek şeritli yoldan ilerliyoruz.
Yine sağımız ve solumuzda ince minareli camiler görünüyor.
Aslında seyahat ettiğimiz coğrafyanın bundan yirmi sene önce
tek ülke olduğunu nedense unutuyoruz. Sonradan oluşturulan sun’i
sınırlar ve gümrük binaları çok iğreti duruyor.
Kısa bir yolculuğun ardından Kosova sınırına geliyoruz. Burası çok
enteresan bir sınır . Sınıra neredeyse sıfır durumda evler var. Büyük
bir ihtimalle bu yerleşim yeri ikiye bölünmüş.
Gümrük kapısına iki yüz metre mesafede, Kosova tarafında kalan
bir çimento fabrikası var. Fabrika halen faal durumda . Yine gümrüğün
Kosova tarafında köy ile kasaba arası bir yerleşim yeri var.
Kosova gümrüğünde otobüsümüzün içine giren gümrük görevlisi
sempatik tavırları ile pasaportları topluyor. Bizimle Türkçe espriler
yapıyor. Ekibimiz içindeki 16 yaşındaki Muhammedi görünce ona
Polat Alemdar diye takılıyor.
Kısa sürede gümrüğü geçip, Kosova’nın başkenti Priştine yoluna
koyuluyoruz. İki milyonu biraz aşkın bir nüfusa sahip olduğu söylenen
Kosova, Avrupa’nın göbeğinde bir İslam ülkesi .
Kosova halkının yüzde doksanı, hatta fazlasının Müslüman
olduğu söyleniyor. Bunu yol boyunca geçtiğiniz köy ve kasabalardan
da anlıyorsunuz. Her yerde aynen Anadolu usulü köy camileri göze
çarpıyor. Üsküp-Priştine arası doksan kilometre civarında . Hem gümrük,
hem de yolun dar olması sebebiyle üç saati aşkın bir zaman yolculuk
yapıyoruz. Priştine’de yoğun bir şehir trafiği var. Otobüsümüzden inip yaya
olarak şehir turu yapmaya karar veriyoruz.
Şehrin tam merkezinde yeni yapılmış çok ama çok büyük bir kilise
görüyoruz. Rehberimiz açıklama yapıyor. Priştine’nin tamamında
iki, ya da bilemediniz üç bin civarında hristiyan var. Bu kilise,
Avrupa’nın desteği ile mahsustan böyle büyük olarak yapıldı.
Rehber kilisenin iki yüz metre uzağında bir park alanını gösteriyor.
İşte bu alana da Türkiye’nin desteği ile aynı büyüklükte bir camii
yapılacak.Kırk altı kişilik bir kafile ile Priştine Caddelerinde yürüyüşümüz
dikkat çekiyor. Türkiye’den geldiğimizi fark edenler bizimle
konuşuyor. Herkes bir akrabasını soruyor. Buradaki Türkiye sevgisi
gerçekten de tarif edilmez bir boyutta .
Tarih 22 Nisan 2014, ilginç bir tesadüf ya da tevafukla karşı
karşıyayız. Kosova’nın en eski tarihi camilerinden Fatih Camiinin
restorasyonu tamamlanmış açılışı da bu gün yapılıyormuş. Devlet
Bakanımız Emrullah İşler de buradaymış.
1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen Fatih
Camii uzun bir restorasyon geçirmiş. Camii 2011 yılında Başbakan
Erdoğan’ın katıldığı törenle ibadete açılmış. TİKA çalışmaları
sürdürüp külliyeyi ve çevre düzenlemelerini de tamamlamış. Bu gün
tam anlamıyla ibadete açılıyor.
Fatih Camiine varıyoruz. Bahçesi oldukça kalabalık . Açılışa henüz
üç saat var. Burada kalıp açılışa katılmamız mümkün değil. Önümüzde
ziyaret edilecek yerler var. Buradan Murat Hüdavendigar türbesine
gideceğiz.Fatih Camiine veda edip yola çıkıyoruz. Priştine şehir trafiğinden
kurtulmamız oldukça zaman alıyor. Otobüsümüz şehir dışında yol
çalışmalarının olduğu bir alanda manevralar yaparak, dar bir asfalt
yola giriyor.Bir köy yolunda bir miktar ilerledikten sonra, etrafı kalın duvarlarla
çevrili bir yerde duruyoruz. Cümle kapıyı geçip içeri girinceye kadar
pek bir şey fark edemiyoruz.
İçeri girer girmez, sanki bir cennet bahçesine girmiş gibi güzel bir
manzara ile karşılaşıyoruz.Osmanlı Hanedanı içinde, savaş meydanında şehit düşen tek
padişah olan Sultan Murat Hüdavendigar Hazretlerinin manevi
iklimi bir anda hepimizi kuşatıyor.
Yine karşımızda TİKA marifetiyle düzenlenmiş, Türk Devletinin
atasına sahip çıkışının güzel bir örneği sergileniyor. Türbesi, sosyal
tesisleri, müzesi ve mescidiyle Murat Hüdavendigar külliyesi tam bir
huzur makamı.Çalışan personel Türkiye’den gönderilmiş. Hepsi güler yüzlü ve
yaptıkları işin şuurunda, bize hizmet etmek için adeta çırpınıyorlar.
Türbede içeride bir grup var. Onlar çıkınca biz gireceğiz.
Türk Hükümeti Murat Hüdavendigar Türbesi için özel bir
rehber görevlendirmiş. Rehber burada ücretsiz hizmet veriyor.
Ayakkabılarımızı çıkararak içeri giriyoruz.
Karşımızda Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun’dan doğma, Osmanlının
üçüncü padişahı I Murat (Hüdavendigar)ın sandukası duruyor.
Osmanlı Devleti topraklarını 90 bin kilometrekareden 500 bin
kilometre kareye ulaştıran ve 63 yaşında savaş meydanında
yaralı bir Sırp askerine yardım için eğildiği sırada şehit edilen
Padişahımızın iç organları bu sandukanın altında gömülü.
Rehber anlatıyor; “Murat Hüdavendigar’ın bedeni Bursa’da ama
kalbi burada, bu topraklarda” diyor . Osmanlı tarihinde, Mohaç
Meydan muharebesinden sonra (üç saat) en kısa sürede sonuçlanan
Kosova Meydan Muharebesinin (sekiz saat) galibi padişah işte burada
yatıyor.Bu türbe, asırlar boyu muhafaza edilmiş. 1389 yılından bu yana
türbedarlığını Doğu Türkistan Kaşgar kökenli bir aile yapıyor. Şu
andaki türbedarımız Kaşgar ailesinin gelini.
Bu güne kadar çok türbe ya da makam ziyareti yaptım. Sayısını
hatırlamıyorum. Bunların içinde Murat Hüdavendigar Türbesinde
duyduğum manevi atmosferi hiç birinde bu derece yaşamadım.
Türbeden ayrılırken, bizim kalbimizin bir parçası da burada kaldı. Göz
yaşları içinde Murat Hüdavendigar’a veda ediyoruz.
Priştine’yi geride bırakarak Prizren’e doğru yola çıkıyoruz.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Priştine çok yorucu bir şehir, ya da
bize öyle denk geldi. Yol tabelasına göre Prizren 70 kilometre. Yine yol boyunca sağlı
sollu ince minarelerle süslü köylerden geçerek ilerliyoruz.
Priştine’den hareketimizden bir saat sonra uzaktan Prizren
göründü. Ana asfalttan Prizrene girmek için kavisler çizmeniz
gerekiyor. Girişinden itibaren şirin bir Anadolu kasabası görünümü
veriyor.
Şehrin merkezi olan Şadırvan meydanında otobüsten indik. Bir
anda kendimizi sanki Türkiye’deymiş gibi hissettik. Balkanların
birçok yerinde Türkçe’nin geçerli bir dil olduğunu hissetmiştik.
Burası bambaşka bir yer . Balkanlarda Küçük Anadolu, yüz bini aşkın
nüfustan neredeyse Türkçe bilmeyen yok.
Prizren eski Osmanlı döneminde Sancak merkeziymiş. Her yer eski
Osmanlı eserleri ile dolu. Hem Makedonya, hem de Arnavutluk ile
sınır olan Prizren’in üç tarafı da yüksek dağlarla çevrili. Prizren ünlü
Şar dağlarının eteklerinde yer alıyor.Ünlü Prizren kalesi şehrin her tarafında bize selam veriyor. Tarihi
Bizans’a kadar uzanan, Osmanlılar zamanında büyük onarımdan
geçen kale, bütün ihtişamıyla ayakta duruyor.
İnsan burada rehbere ihtiyaç duymuyor. Yine de bir iki tarihi eseri
rehber eşliğinde ziyaret ettikten sonra herkesi serbest bırakıyoruz.
Prizren’in ortasından bir ırmak akıyor. Bu ırmağın üstünde bir
kısmı tarihi, bir kısmı da sonradan yapılmış birçok köprü var. Tarihi
köprünün üstünde çok güzel bir Prizren manzarası var.
Yanımdan geçen bir gence soruyorum;” bu akan ırmağın adı
nedir?” Genç önce anlamadığım Arnavutça bir isim söylüyor. Bizim
Türkiye’den geldiğimizi anlayınca “ buraya Türkçe Ak Dere de
diyebilirsiniz” diyor.
Ak Dere boyunca şehrin üst taraflarına doğru yolculuk yapıyoruz.
Dere kenarında yaşlı çınarların altında birçok çay bahçesi mevcut.
Gözümüze kestirdiğimiz bir çay bahçesine oturuyoruz. Yine tabi
ki; Türkçe yap beş tane çay diyoruz. Çaylar geliyor. Televizyonda
TRT Müzik kanalı açık;Türk sanat müziği eşliğinde çaylarımızı
yudumluyoruz.
Prizren halkının yüzde sekseni Arnavut. Şehrin tamamına yakını
Türkçe biliyor ya da anlıyor. Bir Arnavut ile sohbet ediyoruz. “ Biz
Arnavutlar bile bazen kendi aramızda Türkçe konuşuruz” diyor.
Ardından ilave ediyor “ burada Türkçe bilmeyenleri ikinci sınıf
vatandaş gibi görürüz” diye espri yapıyor.
Prizren’de herkes çanak antenlerle Türk televizyonlarını ve
dizilerini izliyor. Bu sebeple Türkçe gittikçe güçleniyor denebilir.
Çay bahçesindeki moladan sonra ikindi namazı için Gazi Mehmet
Paşa, ya da diğer adıyla Bayraklı Camiine gideceğiz.
Prizren’de Osmanlı eseri 33 adet cami varmış. Bunların büyük
kısmı halen ibadete açık . En eski camilerden biri, ikindi namazını eda
edeceğimiz Bayraklı camii . Burası 1573 yılında inşa edilmiş . 1593
yılında Prizren valisi olan Rüstem Paşa, bütün Prizren camilerinde aynı
anda ezan okunması talimatını vermiş.
Bu talimatın uygulanması için şehrin her yerinden görülen Gazi
Mehmet Paşa Camii müezzini görevlendirilmiş. Müezzin gündüzleri
ezan öncesi Şerefeden bayrak dalgalandırır, geceleri de kandil
yakarmış .Bu sayede bütün camiler aynı anda ezana başlarmış . Bu
sebeple Caminin adı Bayraklı Camii olarak anılır olmuş.Bu cami de
TİKA tarafından onarılmış.
Namazdan sonra yine Prizren’i gezmeye devam ediyoruz. Bir
arkadaş “Şu ana kadar gezdiğim yerler içinde en çok burasını
sevdim. İnsanlar burada stresten uzak yaşıyorlar. Burada her şey
doğal . Esnaf henüz kirlenmemiş . İnşallah hep böyle kalırlar” diyor.
O kadar çok gezilecek yer var ki, her gördüğümüz tarihi yapı
karşısında duruyoruz. Tercüman ve rehber gerekmiyor. Kime sorsanız
cevap alıyorsunuz. Burası namazgah…Burası Emin Paşa Camii… Burası
Mehmet Paşa Hamamı… Burası Melami Tekkesi… Kısaca her yeri didik
didik ediyoruz.
Şehrin ana meydanının adı Şadırvan Meydanı. Bu ismi meydanda
bulunan bir çeşmeden almış. Bu meydan çok hareketli . Anlatılanlara
göre Prizrende halk gece yarısına kadar sokaklarda dolaşırmış. Genç
kız ve kadınlar da hiçbir tacize maruz kalmadan geceleri buralarda
dolaşabiliyorlarmış. Şadırvan meydanının çevresi lokanta ve alışveriş mekanları ile
dolu. Meydana dikey olarak inen sokakların birinde Anadolu usulü
bir çay ocağında taburelere oturup sohbete dalıyoruz. Turumuzun
organizatörlerinden Hüseyin Şanlı Bey’in Prizren’deki dostları da
sohbetimize iştirak ediyorlar.
Konu burada da 30 mart seçimleri . Türkiye’nin iç politikasıyla
öylesine ilgililer ki.. Kosova politikası ile bu kadar ilgileniyor musunuz
diye soruyorum? “Türkiye ne kadar güçlü olursa Kosova o kadar
güvende olur” diyorlar.
Meydanın doğu tarafına bakan kısımda heybetli bir Cami görülüyor.
Burası tarihi Sinan Paşa Camii . Bu cami de TİKA tarafından onarılmış.
Ancak,onarımı biraz uzun sürmüş .Restorasyonu biten Sinan Paşa Camii, Priştine’de açılışına
katılamadığımız Fatih Camii gibi yarın açılacak. 23 Nisan 2014
tarihinde cami Devlet Bakanı Emrullah İşler tarafından açılacakmış.
Şehrin birçok yerinde davet afişleri görüyoruz.
Sinan Paşa Camii imamı ile de tanışıyoruz. Bizi akşam namazına
davet ediyor. Resmi açılışı yapılmayan caminin akşam namazında
fiili açılışını yapacağız.Akşam ezanı ile birlikte Sinan paşa camiine giriyoruz. Huşu içinde
kılınan akşam namazından sonra, bir Aziz Mahmut Hüdai Vakfı
gönüllüsü olan cami imamını dinliyoruz.
Camii 1615 yılında Bosna Beylerbeyi olan Sinan Paşa tarafından
yaptırılmış. Uzun yıllar cami olarak hizmet vermiş. Birinci dünya
savaşında Bulgar işgali görmüş ve depo olarak kullanılmış. Sosyalist
Yugoslavya döneminde de cami olamamış ,farklı amaçlar için
kullanılmış.Harap hale gelen Sinan Paşa Camii, Kosova’nın bağımsızlığını ilan
ettiği yıl (2008) TİKA tarafından hemen restorasyona alınmış. Hem
harap hali, hem de bazı engellemeler yüzünden restorasyon tam altı
yıl sürmüş. Nihayet 23 Nisan 2014 tarihinde cami eski hüviyetine
yeniden kavuşmuş olacak.
Namazdan sonra da Prizren Çarşısının gece halini görüyoruz.
Öğlen yemeğini geç yediğimiz için akşam yemeğini saat 21.00’da
yiyeceğiz. Buradan da tekrar Makedonya’ya Üsküp’teki otelimize geri döneceğiz.
Prizren’de Kosova köftecisine giriyoruz. Muhteşem bir sofra ve
tatlılardan oluşan menümüzü yiyoruz. Yine bir arkadaşımız “Keşke bu
geziye başlarken tartılsaydık. Bu gezi kültür gezisi olmanın yanında
tam bir gurme gezisi oldu” diyor.
Lokantanın sahibi “Türkiye’de de şubeler açmaya başladık. İlk
şubemiz İzmit’te açıldı” diyor. İzmit’li olmam hasebiyle açılan şubenin
yerini soruyorum. Biraz sonra on beş yirmi adet İzmit şube kartını
elime tutuşturuyor. Prizren’i çok sevdik. Keşke buraya konaklama koysaydık
diyoruz.Bu tecrübe oldu inşallah başka sefere kalmaya geliriz
diyerek Prizren’e veda ediyoruz.
Gece saat 22.00. Hedef Üsküp. Üç saatte otelimize varmayı
hedefliyoruz. Sabah kahvaltısından sonra Üsküp’te tekrar bir çarşı
gezisi yapacağız. Saat 12.00 da Bulgaristan Flibe’ye hareket ediyoruz.









