Balkan Seyahati Notları

Standard

KALKANDELEN VE HARABATİ BABA DERGAHI

Balkan gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
21 Nisan 2014 Struga’daki otelimizdeki kahvaltının ardından saat
08.30’da hareket ediyoruz.Bu gün Mavrova ve Gostivar’ı panaromik olarak gördükten sonra
asıl ziyaret yerimiz olan Kalkandelen’e(Tetovo) gideceğiz.

Ohrid ve Struga’yı tatlı anılarla geride bırakıp yine yola
koyuluyoruz. Yolda daha önce dikkatimi çekmeyen, sadece küçük
uçakların inebildiği Ohrid havaalanını görüyorum.
Şehri arkada bırakıp, düz ovada dağlara doğru ilerlemeye
başlıyoruz. Kril alfabesini okumayı bildiğim için tabelaları okumada
pek zorlanmıyorum. Tabelada Skopje (Üsküp) 180 km yazıyor.
Sağlı sollu köyler dizilmiş. Çok ilginç; köylerin tamamına
yakınında bizim Anadolu’da gördüğümüz manzara var. Her köyde
uzun ve ince bir minare görünüyor. Güney Makedonya köylerinin
neredeyse tamamına yakını Müslüman nüfustan oluşuyor.
Yine bana ilginç gelen bir özellik daha var. Camiler ne kadar
küçük olursa olsun, yanında devasa; neredeyse elli metre yükseklikte
minareleri var. Bunun sebebini sonradan Üsküp’ü görünce daha iyi
anlıyorum.

Makedonya’da, dinler arasında adı konmamış gizli bir semboller
savaşı var. Makedonlar her ne kadar özgürlükçü ve hoşgörülü rolü
oynasalar da (başka çareleri de yok) aslında koyu bir hristiyan
taassubuna sahipler.

Ülkenin içinde bulunduğu bütün ekonomik zorluklara karşı,
cemaati olmayan ama görüntüsü güzel olan yerlere görkemli kiliseler
inşa ediyorlar.

Hele Üsküp tam bir facia . Üsküp’ün İslam özelliğini gölgelemek için
neler neler yapmışlar. Bu konuyu Üsküp kısmına geldiğimizde daha
geniş olarak anlatacağım.İşte Makedonya Müslümanları da, biz de varız ve buradayız
demek için, İslam’ın sembolü olan minareleri elden geldiğince göğe
yükseltmek için yarış halindeler.

Nihayet düz yol bitiyor ve kavisler çizerek dağlara doğru tırmanışa
geçiyoruz. Ormanların bitki örtüsü aynen Marmara bölgesini
andırıyor. Meşe, gürgen,dış budak,akasya,karaağaç ve çam gibi ağaç
türlerini görüyorum.

Tırmanışa geçtiğimiz dağlar, ünlü Şar Dağları . Makedonya’yı
ortasından Güney ve Kuzey olarak ikiye bölüyor. Aynen bizim
Marmara’daki Samanlı sıra dağlarını andırıyor.
Ortalama yüksekliğin 2500 metre olduğu söyleniyor. En yüksek
tepesinin adı Büyük Türk Tepesi . Rakım ise 2750 metre.Döne döne
dağların zirvesine doğru çıkışa devam ediyoruz.

Ohrid-Üsküp arası 180 kilometrelik yolun neden üç saatten fazla
sürdüğünü bu dağları görünce anlıyorum. Bir arkadaş espri yapıyor.
“Erdoğan buraya tünel açarsa Ohri- Üsküp arası bir saate düşer”
diyor.

Yükseldikçe kar kümelerini görmeye başlıyoruz. 2300 metre
yüksekte kendi zirvemizi buluyoruz. Tam zirvede bir dinlenme tesisi
yer alıyor. Burada mola veriyoruz.Otobüsten inen herkes hasret kaldığı kar ile kucaklaşıyor. Yoğun bir
kartopu mücadelesi yaşanıyor. Etrafımızdaki Makedonya vatandaşları
bizi şaşkın gözlerle izliyor. Hele bizim gibi bu yıl hiç kar görmeyen
İstanbul’lular için iyi bir eğlence oluyor.
Kaptanımız zirve inişinin daha kısa olduğunu söylüyor.
Bulunduğumuz yer Şar Dağlarının Mavrova kısmı. Adına Türküler
yakılan Mayadağdaymışız.

“ Mayadağ’dan kalkan kazlar

Al topuklu beyaz kızlar”

Türküsüne ilham veren dağın zirvesinde olmak güzel bir duygu .
Hemen aşağıda türküye nakarat olan Vardar ovası başlıyor.
Balkan türkülerinin büyük üstadı Arif Şentürk’ün kulaklarını
çınlatıyoruz.1978-79-80 yıllarında Zeytinburnu İhsan Mermerci
Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak görev yaparken, tıraş
olduğumuz berberimiz Şentürk sayesinde Balkan türkülerini sevdiğimi
anlatıyorum.

Ayıptır söylemesi; arkadaşlarım Arif Şentürk’ün taklidini oldukça
iyi yaptığımı söylerler. Otobüsümüz Mavrova’ya yaklaşırken elime
mikrofon veriyorlar. Geri çevirmek olmaz.

Mavrova’dan aldım sümbül bir okka nohut
Al beni bre sar more sümbül koynunda uyut
Gel yanıma gir canıma ayletme(ağlatma) beni
Yedi da sene mapusta yatcem alacam seni

Arif Şentürk taklidiyle söylediğim bu türkü büyük ilgi topluyor.
Hatta kameraya alanları da görüyorum.
Adına türküler yakılan Mavrova, aslında küçük bir kasaba, hatta
kasaba değil iki üç bin nüfuslu şirin bir köy. Burası Gostivar’a bağlı bir
milli park alanıymış. Ne yazık ki burada durma ve gezmeye zamanımız
yok. Bir başka zaman mutlaka Mavrova’yı özel olarak görmek
istediğimi söylüyorum.

Otobüs düze indi; Vardar ovasında ilerlemeye başlıyoruz. Biraz
sonra Gostivar göründü. Yolun sağında kalan Gostivar’ı seyrederek
yola devam ediyoruz.

2002 sayımlarına göre 80 bin nüfusa sahip . Nüfusunun yüzde
sekseni de Müslüman. Yaklaşık olarak on bin civarında da Türk
yaşadığını öğreniyoruz. Öğlen namazını Kalkandelen’de (Tetovo) kılmayı hedefliyoruz.
İkindi hedefimiz ise Üsküp İsa Bey Camii. Burada tatil olmasına
rağmen Balkan Üniversitesi Rektörü Şinasi Gündüz Hoca bizi
bekliyor.

Nihayet Kalkandelen’e varıyoruz. Yol tabelalarına bakınca
Kalkandelen’in Üsküp’e 20 ya da 25 kilometre mesafede
bulunduğunu fark ediyoruz.

Kalkandelen İsmi bende güzel çağrışımlar uyandırıyor. 1980 sonrası
1990’lı yılların sonlarına kadar birlikte politika yaptığımız değerli
ağabeyim eski Kocaeli Milletvekili İsmail Kalkandelen ve oğlu Milli
futbol hakemimiz Mustafa Kalkandelen’e buradan selam yolluyorum.
Kalkandelen yaklaşık 90 bin civarındaki nüfusuyla Makedonya’nın
büyük şehirleri arasında yer alıyor. Bu şehirdeki Müslüman nüfus
yüzde seksenden fazla . Arnavut çoğunluk içinde Türkçe konuşan
sayısı da oldukça fazla .

Otobüsümüzü doğruca Harabati Baba Dergahı’nın önüne
çekiyoruz. Burası Balkanların en büyük Bektaşi Tekkesi . Hatta
kapladığı alan itibariyle bizim Nevşehir’deki Hacıbektaş Dergahından
daha büyük olduğunu söyleyebilirim.

Bu Tekke’nin kuruluşu 1530’lu yıllara Kanuni devrine dayanıyor.
Tekke kurucusu olarak Sersem Ali Paşa’nın adı zikrediliyor. Bilgi
veren rehberimiz Sedat Bey, Sersem Ali Paşa’nın Kanuni’nin kayın
biraderi, Mahi Devran Sultan’ın da ağabeyi olduğunu söylüyor.

Biz aynı bilgiyi Ohrid’deki Halveti Dergahında da almıştık. Burada
Mahi Devran Sultan’ın ağabeyinin adı Mustafa Paşa olarak verilmişti.
Yine Ohrid’de olduğu gibi, daha sonraları yine Malatya’dan gelen
Harabati Baba’nın burada Bektaşiliği kurumsallaştırdığını görüyoruz.
Her iki durumda da adı ne olursa olsun Mahi Devran Sultanın
ağabeyi figürünün Balkan coğrafyası dergahlarında önemli bir unsur
olarak öne çıktığını söyleyebiliriz.

Bu dergah konumu itibariyle çok güzel bir yerde bulunuyor. İki
metreyi aşan kalın avlu duvarları halen yerli yerinde duruyor. İki
ayrı girişi olan dergahın içinde bir çok yapı bulunuyor. Tekke, aşevi,
misafirhane, camii, kiler ve daha birçok yapı harap vaziyette de olsa
ayakta duruyor.

Bu dergah yıllarca adı gibi harap durumda bırakılmış, daha sonra
içkili bir lokantaya dönüştürülmüş ve işletmecilere kiralanmış.
2001 yılında yaşanan kısa süreli Makedonya iç savaşı sırasında;
Kalkandelen Arnavut Kurtuluş Ordusu adıyla anılan (UÇK)
milislerinin karargahı olmuştur.

Bölgede hakimiyet kuran Arnavut UÇK milisleri, dergahı ele
geçirmiş, içindeki işletmeciyi kapı dışarı ederek, depolarda bulunan
binlerce içki şişesini dergahın dışına çıkararak topluca imha etmiştir.
Savaş sırasında dergah UÇK askerlerinin karargahı olarak vazife
görmüştür.

2001 Kasımında taraflar arasında imzalanan Ohrid çerçeve
anlaşması ile iç savaş sona ermiş, dergahın statüsü ortada kalmıştır.
Bu gün Makedonya Diyanet işleri Başkanlığı ile Bektaşi’ler
arasında bir sahiplenme kavgası yaşanmaktadır. Dergah meyhane
olarak işletilirken ortalıkta görünmeyen ve hiçbir girişimi olmayan
Bektaşi cemaati (aslında yok gibi) şu anda amansız bir kavga
içindedir.

Dergah avlusu adeta parsellenmiş durumdadır. Misafirhane ile
kabirlerin bulunduğu kısımda iç avluda bulunan binada Bektaşi
cemaatinin temsilcisi bulunuyor. Kapılarında da Amerikan bayrağı
asılı. Diğer binalarda ise Arnavut bayrakları asılı.

Bunun ne anlama geldiğini rehberimiz Sedat Bey’e soruyoruz.” Her
halde bizim arkamızda Amerika var demek istiyorlar” diyor.
Dergahta bulunan Bektaşi Dede’sini ziyarete gidiyoruz. Kalabalık
bir gurubun geldiğini gören Dede, kapıya çıkarak bizi karşılıyor.
İki metreye yakın boyu ve uzun beyaz sakalları ile oldukça heybetli
görünüyor. Sağ elimi göğsüme koyarak dergah adabıyla “Selamün
aleyküm dedem” diyorum.

“Estağfurullah dedelik kim biz kim, bu dergaha hizmet etmeye
çalışan derviş adayıyız” diyor.
Daha sonraki Dede hitaplarımıza tepki göstermiyor. Adının Emin
Tahir olduğunu öğreniyoruz. Gostivar’lı bir Arnavut. Türkçesi oldukça
iyi ve akıcı . Bizi ağırladığı salonun duvarları boydan boya resimlerle
dolu. Bu resimlerde kimler yok ki…

Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, Davutoğlu bir çok
bakan ve milletvekili. ABD Dışişleri Bakanı, AB parlamentosunun
değişik birimlerinin yetkilileri; kimi ararsanız orada . Dede iyi satış
yapıyor doğrusu

Yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi veriyor. Ankara’da yaptığı
temasları anlatıyor. En kısa zamanda burasının TİKA tarafından
onarılacağını umut ettiğini söylüyor.

Nezaketimiz gereği kapıya astığı ABD bayrağı sebebiyle, neden
restorasyon finansmanının ABD’den talep edilmediğini sormuyoruz.
Tekke gerçekten de çok harap bir durumda. Hele kabirlerin
durumu içler acısı. Bu tekkenin bir an önce restorasyona girmesi için
çaba sarf edilmelidir.

Bu dergah ile ilgili çözümsüzlüğün sebeplerinden biri de;
Türkiye’deki bazı Alevi ve Bektaşi dernekleridir. Türkiye’de olduğu
gibi orada da Makedonya Diyanet İşleri Başkanlığı ile bir kavga
içindedirler.

Makedonya’da olmayan bir Bektaşi cemaati yaratma çabaları
yüzünden Dergah harap olmaktadır. Buradaki az sayıda da olsa
Bektaşilerin diyanet çatısı altında çalışmaları ile halledilebilecek bir
mesele, Avrupa insan Hakları Mahkemesine taşınarak çözümsüzlüğe
mahkum edilmiştir.

Bu dergahı meyhane olmaktan kurtaran UÇK milisleri bu gün
resmi olarak yok olsalar bile, fiili olarak buraya sahip çıkmaktadırlar.
Kalkandelen rehberimiz Sedat Bey’e eşlik eden eski UÇK
komutanlarından Cemali bey de gurubumuzun yakın ilgisine
mazhar oluyor. Kucağındaki sevimli kızı ile birlikte resim çektirmek
isteyenlerle hatıra fotoğrafı çektiriyor.

Harabati Baba dergahının kuzey tarafında, dış duvara bitişik bir
UÇK şehitliği bulunuyor. 2001 yılında yaşanan iç çatışmalarda şehit
düşen Arnavut milisler burada gömülü. Şehitlik oldukça bakımlı .
Burada da şehitler için Fatiha okuyoruz.

Harabati Baba Dergahı ziyareti biterken yağmur başlıyor. Anlaşılan
yağmur Kalkandelen ziyaretimizi aksatacak. Otobüse binip yağmur
altında ünlü Alaca Camiine gidiyoruz. Yağmur oldukça şiddetli . Buna
rağmen çıkıyor ve ziyarete giriyoruz.
Camii gerçekten çok ilginç ve renkli. İç ve dış süslemeleri
rengarenk. Rehberimiz iç süslemeler sırasında boyaya kurban kanı
da katıldığını söylüyor. Camii 1438 yılında iki kız kardeş tarafından
yaptırılmış.İç süslemelerinde insan figürü olmamasına karşılık, açıkça ağaç,
çiçek ve bina resimlerinin gözle görülür şekilde yer alması bu camii
ilginç kılan özelliklerden biri olarak nitelenebilir.
Caminin bahçesinde bu camiyi yaptıran Hurşide ve Mensure
kardeşlerin türbeleri yer alıyor.
Caminin hemen elli metre yanında bir medresede halen hafızlık
eğitimi devam ediyor. Şu anda da yüz civarında öğrencinin hafızlık
taliminde bulunduğunu öğreniyoruz. Yağmur bütün hızı ile devam ediyor. Niyetimiz Kalkandelen’i
etraflıca gezmek ve şehrin ortasından geçen Pena Nehri’nin
kıyısındaki çay bahçelerinde Türk usulü kahve ve çay içmekti.
Bu isteğimizi bu durumda bir başka bahara ertelemek durumunda
kalıyoruz. Çaresiz Üsküp’e doğru yola çıkacağız. Aslında orada da
yağmur yağıyor ama burası kadar değilmiş.
Kalkandelen’e tam anlamıyla doymadan öğle yemeğimizi yemek
üzere şehir dışında Koç Holding kuruluşu olan Ram Store mağazasının
içinde bulunan bir restorana gidiyoruz.

Yemekten sonra Üsküp’e hareket edeceğiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir