Epey zamandır yazamadım. Uzun bir Balkan turundaydım. Bizzat organize ettiğim, seçkin bir gurupla birlikte yaptığımız bu kültür turu,beni ister istemez geçmişe götürdü.
Türkiye’nin iç politik çekişmelerinden uzaklaşarak, ama Balkanların gözünden Türkiye politikasını ve balkan insanının bakış açısını yansıtarak birkaç seri yazı yazmak istiyorum.
Çalıştığım şirketler topluluğunun bünyesinde bulunan atıl bir
turizm firmasını harekete geçirmekle işe koyuldum. Arkadaşlarımın da
desteği ile MECRA TUR’u yeniden aktif hale getirdik.
İlk faaliyet olarak Balkan coğrafyasına bir otobüs seyahati
gerçekleştirmek istedik. Karşımıza çıkan ilk engel Şengen vizesi oldu.
Geçmek zorunda olduğumuz ülkelerden hem Yunanistan, hem de
Bulgaristan Şengen vizesi istiyordu.
Elli kişilik bir otobüse yüz civarında talep oldu. Müracaat sırasına
göre liste oluşturduk. Yeşil pasaport dışındakilere vize gerekiyordu.
Yunan Konsolosluğundan vize almak için işe koyulduk.
İşte burada kabir azabı başladı. Yeşil pasaportum olmadığı için
emekli belgem ve üzerime kayıtlı olan annemden ve babamdan intikal
eden bütün hisseli tapuların da içinde bulunduğu kalın bir dosya
hazırladım.
Eş dosttan aldığım borç ile banka hesabında da yüklü bir para
gösterdim. Eşim ile birlikte başvurumuzu yaptık. Evraklar benim
üzerimden yürümesine rağmen bana bir ay, eşime iki ay vize verdiler.
Hiçbir mantık ölçüsüne sığmayan vize redleri ile birlikte gurubumuzu
oluşturmaya muvaffak olduk.
YUNANİSTAN
Konsolosluktan yenen vetolara rağmen yedekleri devreye sokarak
zar zor da olsa 46 kişilik bir gurupla yola koyulduk. Vizede yaşadığımız
keyfiliklere karşın sınırlarda en ufak bir zorluk yaşamadık.
Ne Türkiye çıkışı, ne de Yunanistan girişinde aramaya tabi tutulduk.
Otobüsümüzün içine girip bakan kimse olmadı. İstesek Yunanistan’a
beş on mülteci bile sokabilirdik.
Sabah namazını İpsala Gümrüğü mescidinde kılıp Yunanistan’a
ayak bastık. Gümülcine’ye vardığımızda gün ağarmaya başlamıştı.
Burada Selanik’e kadar bize rehberlik edecek olan Eray’ı aldık.
Eray, Selanik Üniversitesinde öğrenim gören Gümülcine’li bir Türk
genci. Paskalya yortusu sebebiyle tatil için Gümülcine’deydi.
Sağ tarafımızda sislerle kaplı Rodop dağlarını izleyerek ilerlemeye
başladık. Rodop eteklerinde , sağımızda ve solumuzda bereketli Batı
Trakya ovası uzanıyor. Rodop’ların arka taraflarında Bulgaristan
toprakları Kırcaali, Filibe gibi şehirler var. Dönüşte oraları da
göreceğiz.
Benim şehir isimlerini Gümülcine, İskeçe gibi söylediğime
bakmayın; Gümülcine (Komotini), İskeçe (Xanthi), Dedeağaç
(Alexandrapoli) olmuş. Her nasıl olmuşsa Kavala ve Dimetoka
değişmemiş. Selanik ismi, Tsalaniki yazılsa da yine anlaşılıyor.
Kavala’ya on beş kilometre kala, kahvaltı için rehberimiz Eray bizi
bir dinlenme tesisine sokuyor. Tesisin camları Türk turizm firmalarının
stickerleri ile dolu.
Tesis sahibesi Anastasya hanımın dedeleri 1920’lerde Nevşehir’den
göçmüş. Güzel bir Türkçe ve güler yüzle bizi karşılıyor.
Kahvaltının ardından yola çıkıyoruz kısa bir süre sonra Kavala’dayız.
Kavala gerçekten de güzel bir şehir. Ege kıyısında kurulmuş şirin bir
kasaba. Kıyıya yakın üzerinde yerleşim bulunan küçük adacıklarıyla
sevimli bir yer. Burada kısa bir fotoğraf molasından sonra hareket
ediyoruz.
Hedef Selanik; önce Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret edeceğiz.
Burada bizi daha önceden randevulaştığımız Konsolos muavini Seçil
Zeynep Doğan hanımefendi bekliyor.
Selanik uzaktan göründü. Kaptanımız Bertan Bey bize sürpriz
Arabanın içinde hepimizi duygulandıran bir parça çalıyor.
Çalın davulları çaydan aşağıya Amman amman
Mezarımı kazın (Bre dostlar) belden aşağıya
Koyun sularımı kazan dolunca Amman Amman
Amman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı götür yara ver
Selanik içinde Selam okunur Amman Amman
Selamın sedası (Bre dostlar ) Cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır Amman amman
Amman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı götür yara ver
Hepimiz duygulanıyoruz bu duygular eşliğinde Selanik’e giriyoruz.
Atatürk’ün doğduğu evin bahçesi aynı zamanda Türk Konsolosluğu .
Seçil Hanım bize mükemmel bir ev sahipliği yapıyor. Ayrıca konsolos
katiplerinden Osman bey bize rehberlik yapıyor.
Atatürkün evini ziyaretten sonra çeşitli yerleri de ziyaret ediyoruz.
Osman Bey’in rehberliğinde Selanik kalesine çıkıyoruz.
İşin gerçeğini söylemek gerekirse Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’ın
Selanik şehri benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Ülkenin en büyük
ikinci şehri tam bir beton yığını . Üstelik kenar semtler bizim kaçak
yapı olarak nitelediğimiz yapılarla dolu.
Kaleden kuş bakışı Selanik’i seyrediyoruz. Kadifekale’den İzmir’i
seyretmeye benziyor. Deniz girintisi İzmiri andırsa bile Selanik ruhsuz
Şehir.İçimi daraltıyor.
Konsolosluk görevlisi 1912 yılında Tahsin Paşa’nın tek bir kurşun
atmadan Selanik’i terk edişini anlatıyor. O sıralarda Selanik’te
sürgünde bulunan Sultan Abdülhamit Han’ın Selanik’in terk
edilmesine verdiği tepkiyi duygusal bir dille anlatıyor Osman Bey.
Evliya Çelebi Selanik’i ziyaret ettiğinde 90 minare saymış. Hadi
bunun yüzde otuzunu abartı sayalım.Yine de 60 adet cami olması
lazım. Selanik’te şu anda ayakta kalan üç cami var. Hiçbiri de
ibadete açık değil.
Çok değil 102 yıl önce Selanik nüfusunun yüzde yetmişten fazlası
Türk. Şu anda 700 bin nüfuslu Selanik’te iki bin civarında Türk var.
Onların yarısı da öğrenci .
Kıyaslamak için söylüyorum; birkaç bin Rum’un yaşadığı
İstanbul’da açık bulunan kiliselerin sayısını bir düşünün. Çok az
cemaatlerinin yaşadığı bir yerde patrikhane ve Heybeliada papaz
okulu için kulisler yapan yunana neden Selanik ve diğer şehirlerdeki
eserlerin akıbeti sorulmuyor?
Selanik, gurupta bulunan herkesin yüreğini daraltıyor. Kordonda
deniz kıyısında bir lokantada balık yiyeceğiz. Başka şey yemeye
cesaretimiz yok. Eray bizi Türkçe konuşan İstanbul göçmeni bir Rum
lokantasına götürüyor.
Lokantanın duvarı büyük bir Ayasofya tasviri ile kaplı. Duvarlarda
yarı çıplak sözüm ona melek figürleri. Yemeğimizi yiyoruz. Burada
tuvalet büyük bir sorun. Yüz elli kişilik koca restoranda iki göz tuvalet
Abdest almak,namaz kılmak büyük bir dert. Tuvalet lavabolrını
bayanlara bırakıp, deniz kenarında deniz suyu ile abdest almayı
deniyoruz.Bin bir çile ile kimimiz öğle namazı kılıyor,kimimiz de
ileride daha iyi bir imkan bulmak umuduyla öğle namazını ikindi ile
birlikte cem etmeye bırakıyor.
Bir arkadaşım burayı hemen terk edip yola çıkalım, sanırın bu
şehirde Abdülhamit Han’ın bedduası var diyor. Otobüse biniyoruz
hedefimiz Makedonya.
Yunanlılar Makedonya isminin kendi ülkelerinde bir bölge ismi
olduğunu ileri sürerek Makedonya devletinin adını kabul etmiyorlar.
Selanik’ten yola çıkıyoruz.Selanik’i terk ederken kaptanımız
Bertan Bey’in girişte çaldığı Selanik türküsünün üçüncü kıtasını
mırıldanıyorum. Bu kıta Selanik izlenimlerime adeta tercüman oluyor.
Selanik Selanik viran olasın Amman Amman
Taşını toprağını (Bre dostlar) seller alasın
Sende benim gibi yarsız kalasın
Amman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı götür yara ver
Solumuzda Pelister dağlarının zirveleri karlarla kaplı. Çok güzel bir
manzara eşliğinde Makedonya’ya doğru ilerliyoruz.
Yunanistan Makedonya arasında bulunan Florina hudut kapısından
Manastır’a geçeceğiz.
Sonraki yazı Makedonya izlenimleri

Selanik Atatürk Evi

Selanik Kalesinden Beton Yığını

Rodop Dağları