Manastır’a gece 21.30’da veda edip yola koyuluyoruz. Karanlık bir gece olduğu için yolu pek göremiyoruz. Anladığımız kadarıyla ormanların içinden geçiyoruz. Saat 23.00’te yola çıkışımız tam 24 saat olacak.
Struga adlı bir kasabada konaklayacağız. Aslında Struga ismi bana hiç yabancı değil. Edebiyatçı olmam hasebiyle bu kasabayı belki de kırk yıl öncesinde görmeden sevdim. Burası her yıl geleneksel olarak yapılan “Struga Şiir Akşamları” ile ünlü.
Her yıl dünyanın değişik yerlerinden şairler Ağustus ayı sonunda Struga’ya gelirler. 1961 yılından bu yana yapılan şiir akşamlarında “Altın Çelenk” ödülü verilir. 1974 yılındaki ödülü Fazıl Hüsnü Dağlarca kazanmıştı.
Üstad Yavuz Bülent Bakiler’in kaleminden belki de kırk sene önce Hisar dergisinde okuduğum seyahat yazısını hatırlıyorum. Struga’da Drim nehri üzerindeki köprüde okunan farklı dillerde bile olsa o güzel ahenkli şiirleri hayal ediyorum. Struga ve Ohrid’i görmememe rağmen bana öyle tanıdık geliyorlar ki !
Saat 23.30 civarında otobüsümüz Otel Drim önünde duruyor. Hepimiz yorgunluktan ölüyoruz. Daha önceden listeler otele ulaştırıldığı için odalarımız hazırlanmış. Beş dakika içinde anahtarlarımızı alıp odalarımıza yerleşiyoruz.
İster istemez derin bir uykuya dalıyoruz. Paskalya yortusu sebebiyle yakındaki bir kiliseden yapılan ve dışarıya verilen ayin sesi bile uyumamıza engel olamıyor. Bir ara sabaha karşı ezan sesi duyduğumu zannediyorum.
Bu herhalde bir rüya diyorum. Hayır; rüya değil bir gerçek… Otelimizin hemen karşısındaki küçük bir camiden sabah ezanı okunuyor. Aynı anda kilise hoparlörü de ayin yayınını sürdürüyor. Struga’da otel odasında sabah namazı kılmanın tadı bambaşka. Rabbime binlerce kez şükrediyorum.
Otelimiz oldukça büyük . Eski Yugoslavya döneminden kalmasına rağmen devralan işletmeci tarafından çok güzel restore edilmiş oldukça konforlu sayılır.
Sabah 08.00’de çok dinç bir şekilde uyanıyoruz. Lobiye inip dışarı baktığımızda muhteşem bir manzara; o dillere destan Ohrid gölü hemen önümüzde. Kahvaltı öncesi göl kenarında küçük bir tur yapıyoruz. Mükemmel bir kumsalı var Akdeniz plajlarını aratmıyor.
Otel, Drim nehrinin doğduğu yere kurulmuş. Drim, Ohri Gölünden doğuyor. Gölün öyle bol suyu var ki; bu suları Drim nehri ile boşaltmak zorunda kalıyor. Nehrin başlangıç noktasında balık tutan birkaç kişi ile karşılaşıyorum. Bir an Makedonya’da olduğumu unutup adamlara Türkçe kolay gelsin rastgele diyorum. Bana Türkçe cevap veriyorlar.
Sohbetimiz ilerliyor. Konuştuğum insanlar Türk kökenli değil, biri Arnavut, diğeri Makedon. Struga’nın çevresi ile birlikte 65 bin civarında nüfusu olduğunu öğreniyorum. Halkının yüzde yetmişten fazlası Müslüman . Balık tutan Arnavut, hepimiz kardeş ve Müslümanız diyor. Struga’da halkın büyük bir kısmının Türkçe bildiğini söylüyor.
Tuttuğu balıklara bakıyorum. “ Benim balıklar küçük, Ohrid gölünün alabalığı çok ünlüdür mutlaka yemelisiniz “ diyor.
Biraz ilerleyince sazlıkların hemen arkasında Drim nehrinin kaynağını görüyorum. Su bir anda kaynayarak nehir yatağına girip harekete geçiyor. Manzara müthiş; vakit olsa saatlerce seyredilir. Bu durumu görünce, İzmit’te köyümüzün sınırları içinde yer alan zavallı Sapanca Gölü’nü hatırlıyorum.
Arnavut balıkçıya soruyorum “Bu gölün suyu içilir mi?”
Adam şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor.
“İçilir herhalde “diyor. Ardından ilave ediyor.”Ben hiç içmedim.
Bizim burada o kadar çok içilecek su var ki” diyor.
Gezinin daha sonraki aşamalarında rehberlerimizin söylediği şu söz slogan haline geliyor.
“Balkanlarda akan her çeşme ya da pınar suyu içilir.”
Otelimizdeki açık büfe kahvaltının ardından Balkanların incisi Ohrid şehrine hareket ediyoruz. Ohrid aslında kıyısında bulunduğumuz gölün karşı tarafında. Yaklaşık yirmi kilometre ötede . Akşam yine Struga’daki otelimize döneceğiz.
Ohrid, Güney Makedonya’da adını aldığı Ohri gölünün kıyısında gerçekten bir inci. Nüfusu çevresi ile birlikte 60 bin civarında. Makedonya’da 2001 yılından bu yana nüfus sayımı yapılmamış.
Konuştuğumuz bazı Müslümanlar bunun bilinçli bir hareket olduğunu söylüyorlar.
Makedonya kuruluş sırasında nüfusun yüzde altmışı Hristiyan, yüzde kırkı da Müslüman diye belirlenmiş. Bilhassa Arnavutlar şu anda Müslüman nüfusun yarıyı geçtiğini iddia ediyorlar.
Müslümanlar seçimlerde ittifak yapamadıkları için Makedon hakimiyeti doğal olarak devam ediyor.
Ohrid şehri kayıtlara göre yüzde seksen Makedon, yüzde yirmi farklı etniklere mensup Müslüman olarak tanımlanıyor.
Bizim gözlemlerimize göre burada Müslüman sayısı çok çok fazla neredeyse yarı yarıya diyebiliriz. Arnavut,Türk,Çingene,Torbeş (Müslüman Makedonlar) olarak ayrı baş çektiklerinden şehir yönetiminde etkili olamıyorlar.
Şehirde Türkçe oldukça işlek bir dil. Kiminle konuşsanız mutlaka Türkçe bildiğini görüyorsunuz.
Ohri şehir meydanı buram buram tarih kokuyor. Bin yılı aşkın yaşıyla halen canlı çınar ağacına sırtınızı verdiğinizde, Sağınızda bütün şirinliğiyle Zeynel Abidin Paşa Camii, aynı cami ile bütünleşmiş
Balkanların manevi mimarlarından Pir Mehmet Hayati Baba Dergâhı yer alıyor.
Arkada minaresi olmamasına rağmen ibadete açık olan Emin
Mahmut Paşa Camii bulunuyor.
Meydandan bütün heybetiyle Ohri kalesi görünüyor. Tarihi Ohri çarşısını yürüyerek geçiyoruz. Ohri gölünde bir tekne gezisi yapacağız.
Kafilede bulunan bayanlar. incisi ile ünlü dükkanlara girip kafilede gecikmelere sebep oluyorlar.
Ohri’de iki saatlik serbest zamanımız olacak diyerek uyarmak zorunda kalıyoruz.
Çarşının bitiminde yemyeşil bir park bizi karşılıyor. Karşımızda Ohri gölü. Parkın içinde yan yana iki heykel dikkatimi çekiyor. Bunlar Rus’ların kullandığı Kril alfabesini bulan Kril Kardeşlerin heykeliymiş. Kril Kardeşler Ohriliymiş.
İskeleden tekneye biniyoruz. Gölden Ohri şehrinin görüntüsü de müthiş bir güzellik arz ediyor. Rehberimiz Ohri gölünün 1979 yılında dünya kültür mirası listesine alındığını söylüyor. İki yıl sonra 1981 yılında Ohri kasabası UNESCO tarafından koruma altına alınmış.
Gölün kuzey yakası Arnavutluk sınırları içinde kalıyor. Gölün çevresi yüksek dağlarla çevrili . Galiçya, Pelister ve Mavrova dağlarının zirvelerinden akan sular göle hayat veriyor. Gölün ayrıca kendi kaynağı da var.
Göl deniz seviyesinden 600 metre yüksekte yer alıyor. Derinliği de oldukça fazla . En derin yerinin 160 metre olduğunu duyunca şaşırıyorum.
Teknemiz Ohrid gölünde bir saate yakın bizi gezdiriyor. Hava biraz bozuyor, buna rağmen bu güzel manzarayı bırakıp içeri giren pek fazla insan olmuyor. Bu turun bitmesini istemiyoruz. Diğer taraftan da öğle yemeğinde yiyeceğimiz Ohrit alabalığı bizi bekliyor.
Turu bitirip göle sıfır bir lokantada yemeğe oturuyoruz. Her zaman olduğu gibi garsonlarla Türkçe anlaşıyoruz. Mükemmel bir salata ve yanında tabak içinde üç adet iri alabalık . Gerçekten de Ohrid alabalığı çok lezzetliymiş.
Yemekten sonra üç saat serbest zamanımız olacak. Üç saat sonra bin yıllık çınarın yanında buluşacağız.
Gelecek Yazı: Ohrid ve Struga’da Halveti Dergahları
OHRİD MEYDANINDA 1100 YILLIK ÇINAR
OHRİD PİR HAYATİ BABA HALVETİ DERGAHI
OHRİD GÖLÜNDEN ŞEHRE BAKIŞ
PİR HAYATİ BABA SANDUKASI