Türkiye AB’ye girme sürecinde uyum yasalarını ard arda çıkardı. Bu yasalar içinde en fazla ses getiren ve tepki çeken ana dilde yayın ve eğitim ile ilgili olan yasaydı.
Bir imparatorluğun tasfiyesi sonucu, onun bakiyesi olarak ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde, farklı etnik yapıdan ve farklı kültürlerden gelen insanların bir arada yaşamasından daha doğal bir şey olamaz.
Osmanlı İmparatorluğunun parçalanış sürecinde yıllarca bir arada yaşadığı bazı unsurlar tarafından arkadan vurulduğu söylemi genç cumhuriyetin beyninde derin izler bırakmıştır.
Kuruluşunun üzerinden 81 yıl geçmesine rağmen Cumhuriyetimiz sürekli olarak parçalanma korkusu yaşayarak iç ve dış düşman paranoyaları görerek bugünlere gelmiştir. Gerçi güneydoğuda yaşananlar bu tehlikeyi hissedenlere hak verdirmiyor da değil.
Türkiye yıllarca içinde yaşayan farklı etnik yapıdan gelen insanları görmezden geldi ve onların konuştukları dilleri de yok saydı. Bu dilleri Türkçe’nin bir versiyonu olarak kabul ettirmek için akla hayale gelmeyen dil teorileri uyduruldu.
Allah’ın insana bahşettiği bir dili büyük küçük ya da ilkel gibi kategorilere ayırmak kimsenin haddi değildir. Her dil dünyayı zenginleştiren ve süsleyen bir mücevher gibidir. Yok olan her dil dünya kültür mirasından bir şeyleri beraberinde götürmektedir.
Ana dilde yayın ve eğitim yasasını “Kürtçeye Serbestlik” adı altında sunmak provakatif bir davranıştır. Bu tanımla Kürtçe ile P.K.K. terörü arasında bağlantı kurdurmak ve buna bağlantılı olarak diğer dilleri de baskı altına almak düşüncesi fiiliyata geçirilmek istenmektedir.
Hiç kimse doğuşta kendi tercihiyle milliyetini seçme hakkına sahip olamamaktadır. Dil ve kültür, aile çevre ve toplumla yakından ilgili olarak gelişen iki güçlü kurumdur. İnsan kendisini farklı kılan özellikleri kolay kolay kaybetmek istemez. İnsanı önemli kılan unsurların en başında gelen şey farklı olmak duygusudur.
Ben ilkokula başladığım zaman Türkçeyi hemen hemen hiç bilmiyordum. Ana dilim Adıgece idi. Rahmetli annemle eğer yanımızda yabancı, yani çerkesçe bilmeyen biri yoksa mutlaka çerkesçe konuşurdum. 1981 yılında askerden annemle ilk defa telefonla konuşmak durumunda kalmıştım. İhtilalin dumanı üzerinde tütüyor. Aradığım telefon kışlanın içindeki postahanede. Sırada bir sürü asker var. Annemle Türkçe konuşmaya alışmadığım için “Nasılsın anne?” diyor, gerisini getiremiyordum. Sebepsiz yere ter içinde kalmıştım. Baktım olmuyor, “Ya Allah” deyip başladım Adıgece konuşmaya. Oh be dünya varmış. Annemle ne kadar rahat konuştum. Hem bu sırada Eskişehirli Hayati’yi tanıdım. Ben konuşurken duymuş. Bu vesileyle tanışmış olduk.
Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan bütün vatandaşların Türkçeyi öğrenmeleri ve bu dili resmi dil olarak benimsemeleri konusunda hiçbir tartışma yapılamaz, yapılmamalıdır da. İnsanların üzerinde baskı oluşturarak onlardan konuştukları dili unutmalarını istemek insaf sahiplerine yakışmayan bir davranıştır.
Ben Türkçe bilmeden okula başladım. Devletin okullarında okudum. Edebiyat öğretmeni oldum. Öğrencilerime Türkçeyi ve Türk edebiyatını büyük bir gururla öğretiyorum. Ama aynı zamanda çocukken öğrendiğim Adıge dilini de çok seviyorum. Adıgece bir roman okurken ya da şarkı dinlerken müthiş zevk alıyorum.
Durumdan vazife çıkararak kendilerini bu ülkenin sahibi olarak gören, “Ya sev ya da terket” gibi sloganlarla politika yapmaya çalışan insanlar şunu çok iyi bilmelidir.
Başta annemin dedesi Kobli Yusuf olmak üzere Çanakkale şehitliğinde bir çok yakınım yatıyor. Annemin babası Kurtuluş Savaşı gazisi Kobli İlyas’ın madalyası en büyük kızı anneme miras kaldı. Ondan da bana geçti. Bu madalyayı büyük bir onurla muhafaza ediyorum.
Bunları söylemek zorunda olduğum için de esef duyuyorum. Evet ben Çerkesim, bununla iftihar ediyorum. Ama aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan da onur duyuyorum. Kimse beni bu ikisi arasında tercih yapmaya zorlayamaz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında “Vatandaş Türkçe Konuş” sloganı ile farklı etnik kökenden gelen insanlar üzerinde oluşturulmaya çalışılan baskıyı o dönemin şartlarına göre anlayışla karşılayabiliriz. Yeni kurulan genç Cumhuriyetteki vatandaşların aynı dili konuşmalarını sağlamak için bir çaba olarak nitelendirebiliriz.
Günümüzde ise hala Nazi kafasıyla farklılıkları görmezden gelenleri, farklılığın bir zenginlik oluşturduğunu fark edemeyenleri anlayamıyorum…