KAFKAS SÜRGÜNÜ BİR SOYKIRIMDIR

Standard

“Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde bütün sekene (sakinler, halk) harp esiri olarak Rusya’nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir”. Çar Naibi Grandük Mişel

Yukarıdaki ifadeler, bundan 141 yıl evvel söylenmiş, bir milletin kaderini derinden etkileyen, büyük bir dramın başlangıcını ifade eden sözlerdi.

270 yıl kesintisiz olarak devam eden Rus-Kafkas savaşları 21 Mayıs 1864 günü, Karadeniz kıyısında bulunan Tuapse şehri yakınlarında Açepsu deresi kenarındaki Kbaade mevkiinde yapılan savaşla sona erdi.

Kendilerinden kat be kat fazla olan, teknolojik üstünlüğü tartışılamayacak Rus ordusuna karşı 270 yıl vatanlarını savunan Kuzey Kafkasya ordusuna mensup son Adige birliği son neferine varıncaya kadar kahramanca mücadele ederek şehit düştü.

21 mayıs 1864 günü Açepsu deresinin Karadeniz’e ulaşan suları, Kuzey Kafkasya ordusunun son ikibin neferinin kanlarını Karadeniz’in sularıyla birleştirdiler. Çerkesler binlerce yıldır oturdukları toprakların her zerresini kanlarıyla suladılar.
Üç asra yaklaşan Rus saldırıları karşısında, yerleri yurtları defalarca yakılan yıkılan mazlum halk, her defasında yeniden toparlanarak insanüstü bir gayretle mücadeleye devam etti.

Ruslar, yenilen ve yorgun düşen Kuzey Kafkasya ahalisini artık yerinde tutmak istemiyordu. Onlara stratejik yönden önemi olan Kuzey Kafkasya’nın batı bölgesi lazımdı. Bu gerekçeyle Grandük Mişel yayınladığı genelgeyle, halka dehşet saçıyordu.

Yerinde kalmakta direnenlerin esir muamelesi görecek olması, halkta ayrı bir panik oluşturuyordu. Rus’a esir olmaktansa ölümü tercih etmek, talihsiz Kuzey Kafkasyalılar için tek seçenekti. Ruslar, bölgenin bir ay içinde boşalmasını istiyorlardı.

Çaresiz ve zavallı duruma düşen halk akın akın sahillere koşuyor, sahilde bulduğu vapur ya da teknenin sağlamlığına bakmadan canını kurtarmaya çalışıyordu.
1864 yılının Mayısını takip eden günlerde Kuzey Batı Kafkasya’da yaşanan dramı, kalemlerin ifade etmesi mümkün değildir. Dünyanın en büyük senaristleri ve yapımcıları, bu dramı dile getiren bir film yapsalar eminim ki bu dramın ancak yüzde birini dile getirebilirler.
Ananın babadan, evladın aileden koptuğu, mahşeri andıran kargaşa sırasında dağılan aileler yıllar boyu kaybettiği yakınlarını ya da sevdiğini bulma umuduyla yaşayıp gözü açık gidenler.

Daha çok para kazanmak hırsıyla, gemilere istiap haddinden fazla yük ve yolcu alan kaptanlar. Bindikleri vapurlarda elverişsiz şartlar yüzünden hastalığa yakalanarak hayatını kaybeden insanlar. Defin imkanı olmadığı için denizin bağrına gömülen eş, dost ya da akrabalar.

Dramın boyutu o kadar büyüktü ki insanlar günlerce pusulasız gemilerde, bilinmeyen bir vakitte yaklaşacakları sahili bekleyip durdular. Yiyecek sıkıntısı, insan başına verilen sınırlı tayın yüzünden, insanlar tayınını almak için ölen yakınlarının cenazesini bile saklamayı göze alıyorlardı. Allahım bu ne büyük bir acıydı. Onurlu ve gururlu bir halk, bir lokma ekmek için ne hallere düşüyordu.
Gemiler, Osmanlının Karadeniz kıyısındaki bütün limanlarına yolcu döküyordu. Trabzon, Samsun, Sinop, Ordu, Rusçuk, Varna, Köstence velhasıl Karadeniz kıyısında Osmanlı toprağı irili ufaklı gemilerin yanaşabileceği her koy mülteci indirme yeri oluyordu.

Kıyıya inen yolcular burada ayrı bir sıkıntıyla karşılaşıyorlardı. Rusya ile anlaşmasına ve mültecileri ülkesine kabul etmesine rağmen Osmanlı, kısa sürede bu kadar büyük bir sürgünzedeyi beklemediğinden istihdam etmekte zorlanıyordu.
Kıyıya inenler, gemide yakalandıkları tifo ve koleraya ilave olarak sıtma illeti ile de boğuşmak zorunda kalıyorlardı.

21 mayıs 1864 tarihi genellikle sürgün ile ifade edilir. 21 mayıs 1864 ile sembolleşen süreç, 300 yıl öncesini de dahil edersek bir soykırımdır.
Ruslar 1864 yılına gelinceye kadar Kuzey Kafkasya’da taş üstünde taş bırakmamacasına büyük bir vahşet örneği sergilemişlerdir.
21 mayıs 1864 günü, Ruslarla çarpışarak hayatını feda eden ve Kuzey Kafkasyalı bir kabile olan Ubıhlardan oluşan son orduyla birlikte, Ubıh halkı da darmadağın olmuştur.

Bugün Soçi ve çevresinin eski sahibi olan Ubıh halkından Kuzey Kafkasya’da eser kalmamıştır. Dünyanın en arkaik dili sayılan Ubıhça, bugün tamamen yok olmuştur. Bu halkın ve bu dilin katili o dönemin Çarlık Rusyasıdır.
Sürgün öncesi Batı Kafkasya’da nüfusları 700 bin ile bir milyon arasında telaffuz edilen Şapsığ kabilesinden şu anda varlığını sürdüren insan sayısı 15 bin civarındadır. Şapsığlar yaşadıkları yerde, kendilerini soykırıma tabi tutan Rus komutanlardan, Prens Lazarov’un adı verilen Lazarevski kasabasında, onun adını zikrederek ve de tren istasyonunda bulunan büstünü seyrederek yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

19. yüzyılın başından, 1864 yılına kadar devam eden savaşlarda onbinlerce yerleşim yeri (köy, mezra) yakılıp yıkılmıştır.
Bugün diasporada yaşayan Çerkeslerden hemen hemen hiç biri geldiği yerleşim yerini bulamamaktadır. Çerkesleri, Karadeniz kıyısından uzaklaştıran, topraklarını gaspeden Çarlık Rusyası, o topraklarda yaşanan binlerce yıllık tarihi geçmişi de yok etmiştir.

Soçi’den Novorosisk’e kadar uzanan Karadeniz sahili, bir Çerkes mezarlığıdır. O toprakların altında milyonlarca şehit Kuzey Kafkasyalı yatmaktadır.
1864 yılında, Ruslar tarafında soykırıma tabi tutularak vatanları gaspedilen Kuzey Kafkasyalıların dramına maalesef bütün dünya seyirci kalmıştır. Başta Osmanlı olmak üzere İngiltere ve Fransa gibi devletler Çerkesleri sürekli olarak kışkırtmalarına rağmen onlara vaat ettikleri yardımı hiçbir zaman yapmamışlardır.
Osmanlı Devleti, Kuzey Kafkasya halkının yaşadığı dramdan rant elde etme peşine düşmüştür. Savaşlar ve isyanlar sebebiyle imparatorlukta azalan Müslüman nüfusunu dengelemek için Çerkes muhacirler kullanılmıştır.
Osmanlı kabul ettiği Çerkes muhacirleri devletin problemli bölgelerine yerleştirerek denge politikası izlemiştir.

Rusya, tarihte en büyük soykırım suçunu işleyen bir devlet olmasına rağmen, konjonktür gereği bu suçun cezasını çekmemiştir.
Rusyanın işlediği suçlar her nedense hep örtbas edilmiştir. Bu nedenledir ki 1994 yılında başlayan Rus-Çeçen savaşında 250 bin masum Çeçenin kanı dökülmüştür. Toplam nüfusu bir milyon olan Çeçen halkından 250 bin insanın öldürülmesi bir soykırım değilmidir?Eğer öyleyse buna seyirci kalanlar için ne söylenebilir.
Ruslar öyle zıvanadan çıkmışlar ki, 22 nisan 2005 tarihinde Duma’da kabul ettikleri bir kararla, Türkleri Ermeni soykırımıyla suçlamışlardır.

Ruslar, Çerkes soykırımının dışında, Ermeni komitacılarının hamisi olarak, Doğu Anadoluda Ermeni çeteleri tarafından şehit edilen 550 bin Türkün de katilidir.
Bütün bu gerçekler göz önünde dururken hangi cüretle Duma’da Ermeni tasarısını kabul ettiklerini anlamak çok zor.
Türkiye olarak Rusya ve Batı karşısında edilgen bir politika izleyerek hiçbir yere varamayız.

Hükümetimize ve T.B.M.M. üyelerine sesleniyoruz. İşte meydan, işte arşivler. Osmanlı arşivi, Rusların Kuzey Kafkasya’da yapmış olduğu soykırımın belgeleriyle doludur. Belgelerin büyük bir kısmı da Rus arşivlerindedir. Bu konuda mecliste önerge verecek yiğit milletvekilleri arıyoruz.
21 mayıs 2005 cumartesi günü İstanbul Cemal Reşit Rey salonunda yapılacak Uluslar arası Kafkasya konferansını sabırsızlıkla bekliyorum. Araştırmacılar ve bilim adamları bu konudaki görüşlerini söyleyecekler.

Ankara’da siyasilere, bu konferans ile ilgili gerekli davetler yapıldı. Konjonktür, siyasi ortam, kısaca her şey uygun. Söyleyecek sözü olanlara işte meydan. Gün bu gündür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir