Geçen yazımızda “Mülteci” başlığı altında yayınlamaya başladığımız anılara gelecek sayıdaki yazılarımızda devam etmek üzere kısa bir ara veriyoruz.
Gündemde yoğun olarak tartışılan alfabe konusundaki görüşlerimizi açıklamak istiyoruz.
Alfabe, insan hançeresinden çıkan seslerin işarete çevrilmiş şeklidir. Aynen müzikteki notalar gibi, gırtlaktan çıkan farklı seslerin farklı işaretlerle sembolize edilmesidir. Bir çok farklı nedene dayalı olarak, dünya üzerinde yaşayan milletlerin hançerelerinden çıkan ses miktarları birbirinden farklıdır.
Bazı milletler 14 – 16 sese dayalı bir alfabeyle yetinirken, bazı milletlerin hançerelerinden çıkan farklı ses miktarı 80’i geçmektedir. Bu durumda 80 sesten oluşan bir alfabe oluşturmak gerekmektedir.
Bugün dünya üzerinde farklı etnik gruplara ait 2700 civarında dilin olduğu söylenir. Diller arasında akrabalık kavramları çok yoğun olduğu için tam bir tespit yapılamamaktadır. Bilinen bir gerçektir ki, dünya üzerinde lehçe veya şive farklarını da dikkate alırsak, birbirini hiç anlamayan yahut güçlükle anlaşan 5800 civarında dil vardır.
Bu bahsi geçen dillerin bir kısmı sadece konuşma dili olarak dünya üzerinde yer alırlar. Bütün dünya dillerinin milli alfabeleri yoktur.
Alfabe seslerin şifresi olduğuna göre, her dil kendine göre işaretler tespit ederek alfabe oluşturabilir. Hatta her fert kendine göre de bir alfabe oluşturabilir. Tespit ettiğimiz ses değerlerini, bizden başkası bilmiyorsa, oluşturduğumuz alfabenin toplumsal bir değeri yoktur.
Dünya üzerindeki alfabe sistemleri zamanla gelişerek, büyük tesir gurupları oluşturmuşlardır. En yaygın olarak kullanılan, Latin alfabesi adı verilen ve Finikelilerden alınan sistemin kaynağı geometrik şekillerdir. Hafızada kolay kalması için bu sistemde (büyük harfler) geometrik şekillerden yararlanmıştır. Latin alfabesinin temelinde iki unsur vardır; bunlar düz çizgi ve dairedir. “A” harfi bir tarafı kapatılmamış üçgenin çizgileridir. “M” harfi bazı kenarları açık bir dikdörtgendir. “B” harfi dikey çizgiye yapıştırılmış iki yarım dairedir. Bütün büyük harflerin buna benzer geometrik izahını yapabilirsiniz.
Alfabede önemli olan, işaretin hafızada kolay kalması; yazım esnasında kolay yazılmasıdır. Bu esaslar göz önüne alındığında, Latin alfabesi adı verilen sistem, dünya üzerinde en kolay öğrenilen ve en yaygın olarak kullanılan sistemdir.
Kendi milli alfabeleri olan Japonya, Çin gibi devletler, hatta buna Arapları da dahil edersek bu milletlerin tamamına yakının Latin alfabesini de bilmeleri, bu alfabeyle haşir neşir olmaları dikkat çekicidir.
Gürcüce, Ermenice gibi kendi milli alfabeleri olan küçük milletlerin Latin harfleri ile de yazma denemelerinde bulunmaları ilginçtir.
Dünyanın en eski milletleri arasında yer alan Kuzey Kafkasya halklarının, bilinen yazılı edebiyata geçişleri yüz yılı bulmayan bir sürece dayanmaktadır. Aynı durumu dünya edebiyatı için genellersek, belli başlı büyük medeniyetleri istisna tutarsak, bazı büyük devletlerin yazılı edebiyatlarının ancak bin yada bin beş yüz seneye dayandığını görürüz. Oysa yazının icadı 6000 seneyi bulmaktadır.
MS. 730 yıllarına dayanan ilk yazılı Türk eserleri Orhun Kitabeleri’dir. Aynı tarihlere dayanan İngiliz edebiyatını bir kenara bırakın, doğru dürüst İngiliz milletinden bile bahsedemeyiz.
Kuzey Kafkasya halkları olarak, çok güçlü bir sözlü edebiyatın tesiri altında, başka sebepler de bir araya gelince yazılı edebiyata geçişimiz oldukça geç bir zamana rastlamıştır. Daha önceden izah ettiğimiz üzere kendi milli alfabemizin olmaması normaldir. Daha önceleri, Arap ve Latin harfleriyle yazılmış Çerkesçe metinlerin varlığı da malumdur.
Çocukluğumda, Arap harfleriyle Şapsığ diyalektiğinde yazılmış, Tığun Akif’in Adıgece mevlidini yaşlı kadınların önlerindeki rahleye koydukları kitaptan okuduklarını çok iyi hatırlıyorum. Edebiyat Fakültesi’nde öğrendiğim Osmanlıca sayesinde, ben de mevlitteki ses değerlerini kısa sürede yerine koyarak Arapça harflerle yazılmış Çerkesçe Mevlid’i okumayı başarabilmiştim.
Dili ve edebiyatı işlek kılan, o dilin kolay okunur ve yazılır olmasıdır. Bazı yazar ve düşünürlerin çabaları sayesinde ölüm sınırına yaklaşan bazı diller yeniden dirilmiştir. Büyük bir yok oluş sürecine giren bu günkü Finlandiya Devleti’ni oluşturan Fin halkının dili Dr. Lönrot’un çabaları sonucu derlenen “Kalavela” destanıyla yeniden kimlik bulmuştur. Halkın % 20’si tarafından ancak zorlukla konuşulan Fince 18. yüzyılda bütün baskılara rağmen evlerin bodrumlarında açılan özel dil kurslarıyla yeniden kendine gelmiştir. Yine İran ünlü şair Firdevsi’nin “Şehnamesi” Farsçaya büyük bir prestij kazandırmıştır.
Çerkesçe bu gün kim ne derse desin, zengin bir kelime hazinesine sahiptir. Önemli olan, bu kelimelerin işlenmesi ve yeni kelimelerin kullanıma sunulmasıdır. Çerkesçeyi konuşan, en azından anlayan sayısının yüz binlerle ifade edilebilecek olması Türkiye için geleceğe umutla bakmamızı sağlayan bir sebepler manzumesidir.
1930’lu yıllardan sonra, Stalin yönetiminin baskılarıyla Kafkasya’da Kiril alfabesine geçilmiştir. Kafkasya’da yaşayan soydaşlarımız, Kiril alfabesiyle Rusça ve onun edebiyatıyla yakın temas kurmuşlardır. Aynı başarının, Kiril alfabesiyle yazılan Çerkesçe eserlerde verildiğini söylememiz çok güçtür. Kafkasya’da basılan Çerkesçe kitapların okuyucu sayısının çok düşük olduğu herkesçe malumdur. Burada basılan kitapların azımsanmayacak bir kısmının, Türkiye başta olmak üzere, Suriye, Ürdün ve diğer diaspora ülkelerinde yaşayanlar tarafından satın alındığını söyleyebiliriz.
Adıgece, Kafkasya’da yaşayan, anadili Adıgece olan insanlarımızın günlük yazı dili değildir. Kendi aralarındaki yazışmalarda Rusça’nın hakim bir unsur olduğunu sanırım bilmeyen yoktur.
Türkiye’de bizim dil konusunda gösterdiğimiz çabayı, aynı oranda Kafkasya’dakilerin gösterdiğini söylemek oldukça zordur. Bu, insan tabiatının bir gereğidir. İnsan, elindeki nimetin kadrini maalesef kaybedince anlıyor.
Türkiye’de, dil ve alfabe konusunda önemli çalışmalar ve tartışmalar yapılıyor. Bu çalışmaların ve tartışmaların özgürce yapılmasından yanayım. Seksen yıldır Kafkasya’da Adıgecenin Kiril alfabesiyle yazıldığı, bundan sonra da yazılması gerektiği şeklindeki dayatmalar son derece gülünçtür. Eğer edebiyatımızda yeni gelişmelere kapı aralayacaksa, 81. yıldan sonra pek ala Latin harfleriyle de yazabiliriz. Kiril Adıgelere Allah’ın vahiy yoluyla gönderdiği bir vazgeçilmez değildir. Hem alfabelerden birini diğerine alternatif olarak göstermek te yanlıştır. Biz bugün Türkiye’de Çerkesçe okuma yazma oranını nasıl geliştirebiliriz konusunu tartışıyoruz.
Dünyada en fazla Çerkes’in yaşadığı yer Türkiye’dir. Dünyadaki bütün Çerkesler bir araya toplansa Türkiye’de yaşayan Çerkes miktarının dörtte birine bile ulaşmamaktadır. Bu sebepten dolayı Türkiye çok önemlidir. Latin harfleriyle oluşturulacak alfabedeki harflere verilecek ses değerlerini Amerika, Suriye veya Ürdün’deki bir soydaşımızın anlayamayacağı görüşü de çok temelsizdir. Kendisine tamamen yabancı Kiril alfabesini ezberleyerek ses değerlerini kavrayabilenler, bildikleri Latin alfabesindeki üç beş adet ses değişmesini mi kavrayamayacaklar? Bu düpedüz Nasrettin Hoca misali ipe un sermek yada oynamasını bilmeyen gelinin ‘yerim dar’ demesine benzer.
Değerli dostum Fahri Huvaj’ın Kafkasya’dayken yaptığı Latince alfabe çalışmaları üzerine yanına gittiğim zamanlar saatlerce tartışırdık. Henüz bu çalışmayı Türkiye’de halka sunmadan önce, Kafkasya’da Latin harflerini tanıyan Adıge gençlerine okuttuğunda, % 90 oranında başarılı olduğu dikkatimi çekmişti. Yani, Adıgey’deki insanlar hiçbir çalışmaya gerek duymadan Latin harfleriyle yazılmış Adıgece bir metni rahatlıkla okuyabiliyorlardı, Aynı denemeyi, Kafkas Vakfı’ndaki bir sohbetimiz sırasında, hiç Adıgece bilmeyenler üzerinde yapmıştık. Verdiğimiz metnin yaklaşık % 70-80 oranında doğru okunduğunu görmüştük.
Buradan anladığımız o dur ki, Adıgece okuma yazma alışkanlığının Türkiye’de hızla yaygınlaştırılması için, Latin harfleriyle bir alfabe oluşturulması zorunludur. Bu alfabe ile zaman içerisinde eser veren yazarlarımız da yetişecektir. Alfabe kullanıldıkça ve halka yayıldıkça işlerliği artacak, ufak tefek hataları zamanla düzelecektir. Türkiye’deki ilk hedef kitle, dilini rahat konuşabilen insanlar olmalıdır. Bunların yanı sıra, hiç Adıgece bilmeyen insanlara tanıdıkları harflerle okuyabilecekleri basit metinler sunmak ikinci hedefimiz olmalıdır.
Kiril alfabesiyle Kafkasya’da yayın zaten devam edecektir. Bu bizim inisiyatifimizde olan bir şey değildir. Oradaki yönetimlerin Kiril dışında bir alfabe tercih etmeleri en azından şu sıralar mümkün değildir. Dileyen diaspora yaşayanları kiril alfabesini de öğrenir. Zaten öğrenen bir çok insan da mevcuttur. Hedefimiz pratik olarak zorlanmadan konuşmayı bilen insanlara okunacak bir metin sunmaktır. Bu ancak Latin harfleriyle oluşturulacak bir alfabe sayesinde mümkündür. Bu konudaki çalışmaları hızlandırmalıyız.