Kuzey Kafkasya Halklarının vatanlarının sürülüşünün üzerinden 140 yıl geçti.
Tarihin kaydettiği bu en büyük soykırımda, 1.5 ile 2 milyon arası telaffuz edilen insan vatanından koparıldı. Son derece ilkel ve sağlıksız koşullarda, Tuapse, Anapa, Soçi ve irili ufaklı birçok liman ve koydan çarık çürük gemilere bindirilen insanlar Karadeniz’in insafsız azgın dalgalarına teslim edildiler.
21 Mayıs 1864 sembolik bir tarihtir. Bu tarih Rusların zafer elde ettikleri bir bayram olurken, kadersiz Kafkas halkları için, yok oluşa ve meçhule yapılan yolculuğun ilk adımı oluyordu.
Hiç kimseye boyun eğmeden kendi dağlarında özgürce yaşayan Kuzey Kafkasya halkları beşbin yıldır sahip oldukları toprakları terk etmeye zorlandılar. 19. asrın başlarından itibaren 1864 yılına kadar devam eden Kafkas-Rus savaşları sırasında işgalci Rus ordularına karşı vatanlarını savunmaktan başka bir şey yapmayan Kuzey Kafkasya halkları büyük bir soykırıma tabi tutuldular.
1829 Edirne anlaşmasıyla Osmanlı Kuzey Kafkasya’yı da Ruslara terk ediyordu. Osmanlı hiçbir zaman sahip olamadığı Kuzey Kafkasya topraklarını yazılı olarak Rusya’ya terk ettiğini ifade ediyordu. Kağıt üzerinde pek bir anlam ifade etmiyor gibi görünen bu anlaşma Kuzey Kafkasyalılara çok pahalıyla mal oldu.
Ruslar, uluslar arası camiaya 1829 Edirne anlaşmasıyla sahip oldukları Gürcistan ve Kafkasya‘da otoritelerini tesis etmeye çalıştıklarını ifade ediyorlardı.
Kuzey Kafkasyalılar vatanlarını karış karış savundular. Kuzey Kafkasyalıların vatanlarını savunmaları Ruslar tarafından dünyaya isyancı ve asi hareketi olarak duyuruldu. Aradan 140 yıl geçtikten sonra bugün vatanlarını savunan Çeçenlerin asilikle suçlanması ne kadar büyük tesadüf (!). Çarlığın mirasçısı Sovyetler birliği, onun da mirasçısı Rusya federasyonudur. Zaman içinde yönetimler değişmiş ancak zihniyetler değişmemiştir. Bugün Çeçenistan’da devam eden soykırım ile 140 yıl önce yaşanan sürgün arasında bağlantıyı kuramayan şartlanmış beyinlere ne diyelim.
21 Mayıs günü yaklaşırken büyük tantanalarla tören icra etmeye kalkışanlar neyin törenini ne için yaptıklarını doğru dürüst anlatmak durumundadırlar. Sürgün tarihte yaşanmış ve bitmiş bir olgu değildir. Sürgün etkileri halen bugün de devam eden bir halkı yok oluşa sürükleyen büyük bir insanlık suçudur.
Son zamanlarda Kafkasya’da da sürgün ile ilgili programlar yapılıyor ve anıtlar dikiliyor. Kafkasya’da yapılan programlarda vurgulanan ve beni rahatsız eden bir unsuru dile getirmek istiyorum. Buradaki vurgu daha çok Kafkas – Rus savaşlarının sona ermesi ve bu savaşlarda hayatını kaybeden insanlar için yas tutulması şeklindedir.
Kuzey Kafkasya’da Kafkas – Rus savaşları yaşanmamıştır. Kuzey Kafkasya Rus saldırısına maruz kalmış, teknik yönden kat kat güçlü Rus orduları Kafkasya’da sadece soykırım yapmakla kalmamış, köy, kasaba, şehir hatta ormanlar yakılarak büyük bir kıyım yapılmıştır. Çerkesler sadece vatanlarını savunmuşlardır. Buna karşılık Rus yönetimi özgürlük savaşçıları olan Çerkesleri haydut olarak nitelemiştir. Bugün, dün seyretmiş olduğumuz filmi yeniden vizyona koyarak bütün dünyaya seyrettiriyorlar.
Nalçik’te hak, hukuk ve demokrasi mücadelesi veren yiğit insan Hatujuko Valery, bir sohbetimiz sırasında 21 mayıs paradoksunu çok güzel izah etmişti. Valery diyordu ki “ 21 mayısta tören yapıyoruz. Koskoca Nalçik’te 100 kişi bile gelmiyor. Resmi törende Ruslar da bulunuyor, savaşın kötülüğünden bahsediliyor, savaşların sona ermesinden duyulan mutluluk dile getiriliyor. Arkadaş sen benim soyumu tükettin, geleceğimi çaldın, insanlarımı vatanından ettin. Bunun hesabını kimse sormuyor. Bir Rus 21 mayıs törenine hangi yüzle gelip katılır. Katılıyor öyle pişkin ki bizim yöneticilerimiz neredeyse Rus yöneticilerine teşekkür edecekler, iyiki geldiniz bize medeniyet getirdiniz diyecekler. Hoş zaman zaman bunu söyleyen insanlarımız da çıkmıyor değil.”
Benim de gözlemim olmuştu. Kafkasya’da bulunduğum bir 21 mayısta, halkın böyle bir günden kahir ekseriyet haberdar olmadıklarını görmüştüm. 21 mayıs tatil olması sebebiyle herkes mutluydu. Kafkasyalılara göre 21 mayıs bir tatilden ibaretti. Bu gerçeğin bugün de kısmen değişmekle birlikte büyük çapta devam ettiğini düşünüyorum.
İnsanları bin bir zahmete sokarak meşakkatli yolculuklarla tören yerlerine götürmekle elde edilecek bir şeylerin olduğunu sanmıyorum. Yapılan törenlerin amacı ve vermek istediği mesaj vurgulanamıyorsa emeklerimiz boşa gitmiş demektir.
Geçmişte sahip oldukları Marksist dünya görüşü ekseninde Kafkasya politikası üretmeye çalışan bazı insanlarımız, görüşleri iflas etse de oluşturdukları halktan kopuk jakoben yapılarıyla toplumun sözcüsü ola iddialarından vazgeçmiyorlar. Oysa toplum onlardan o kadar uzak ki.
Kuzey Kafkasya’daki işbirlikçi yönetimlerle beraber olmayı marifet sayan, gittikleri zaman kendilerine gösterilen izzet ve itibarı ballandıra ballandıra anlatan ama Kafkasya’daki halkı tanımayan insanlarımızla politika yürütmeye çalışıyoruz.
Ömürlerini dönüş dönüş diye slogan atarak geçiren bu insanlar, vatanına dönenlerin çeşitli bahanelerle sınır dışı edilmeleri karşısında nedense seslerini çıkarmıyorlar. Önce Hacıbayram Bolat sonra Tsey Ramazan ve daha bir çok insan Kafkasya’da zor şartlar altından vatanında barınma mücadelesi veriyor. Kardeşlerimiz FSB kalıntısı uşaklara yem ediliyor. Kendisi gibi düşünmeyen insanlara yaşama hakkı tanımayan, muhalefet kültürü geliştiremeyen Kafkasya’ya bunları ancak biz öğretebiliriz.
Oraya gittiğimizde yada buraya geldiklerinde karşılıklı nezaket cümleleri içeren konuşmaları artık bir tarafa bırakmalıyız.
Sürgünün üzerinden 140 yıl geçti. Bu süre zarfında maddi ve manevi değerlerimizden çok şeyler yitirdik. 140 yıl önce atalarımızın yaşadığı psikolojik travmanın etkiler bugün halen bizim üzerimizde devam ediyor.
Sürgün artık çok boyutlu olarak tartışılmalıdır. Sürgünün hukuki boyutları üzerinde mutlaka durulmalıdır. Boris Yeltsin’in geçmişte dolambaçlı da olsa sürgün ile ilgili özür dilemesi bir karine olarak ele alınıp üzerine gidilmelidir.
Diaspora ile Kafkasya arasındaki münasebetlerde edilgen rol üstlenmekten vazgeçmeliyiz. Kuzey Kafkasyalı olarak o topraklarda benim de hakkım vardır. İradesi dışında zorla vatanından koparılan insanların torunlarına Rusya mutlaka bir jestte bulunmalıdır. Bu talebimizde uluslararası kamuoyunu da harekete geçirerek ısrarcı olmalıyız.
Bugün yetişen gençlerden ben çok umutluyum. Onlar sürgünün verdiği mesajı çok iyi anlıyorlar. Ben 21 Mayıs’ta akşam saat 19:00’da Kabataş iskelesinde olacağım. Gerçek 21 Mayıs anmasının orada yapılacağına inanıyorum.