Dünyada en zor şey ölen sevdiklerinizin ardından yazı yazmaktır.
Ardından yazı yazdığınız insanla beraber, geçmişte paylaşılmış hatıraların fazlalığı, o yazının güçlük derecesini de arttırıyor.
Musa Ramazan Amca ile 1973 yılında tanıþtım. Üniversite öğrencisiydim. O sıralar İstanbul Bağlarbaşı’nda bulunan Kafkas Derneği’ne gidip geliyordum. Avrupa yakasında oturduğumuz için derneğe gidiş gelişler oldukça zor oluyordu. Avrupa yakasında Sultanahmet semtinde bir derneğin daha var olduğunu, bu derneğin Dağıstanlılar’a ait olduğunu duymuştum.
Bir cumartesi günü Sultanahmet’te Ticarethane Sokak’taki derneğe gittim. Musa Ramazan Amca ile o zaman tanıştım. Bana derneği uzun uzun anlattı. Bu derneğin tüm Kuzey Kafkasyalılar’a açık olduğunu söyleyerek, hemen bir üyelik formu doldurttu. 1973 yılında üye olduğum bu derneğe 1976 yılında başkan oldum.
Musa Amca bu derneğin yönetim kurullarının değişmez muhasip üyesi oldu.
Musa Amca’nın bitmez tükenmez bir enerjisi vardı. Kırık,dökük, bozuk Türkçesiyle devamlı tercümeler yapar, bizde onun yaptığı tercümeleri kendisine sorarak, yeniden Türkçeye tercüme etmek durumunda kalır, o esnada oldukça da eğlenirdik.
Kapalı Çarşı, Reisoğlu Sokak’ta bir duvarın içinde gömme camekandan ibaret bir dükkanı vardı. Kendisini bu camekanın önüne koyduğu taburede otururken bulurdunuz. Misafir için tek taburesi vardı. Misafir sayısı birden çok olursa, hemen yakınındaki Rasih Savaş Amca’nın kuyumcu dükkanından yedek tabureler getirilirdi.
Musa Amcanın hayat hikayesi üzerinde durmuyorum. Derneklerle bir şekilde bağlantılı olanlar onu mutlaka tanırlar. Ayrıca ”Bir Kafkas göçmeninin anıları” adıyla kaleme aldığı hatıra kitabında zaten geniş geniş anlatıyor.
Musa Ramazan’ın Dağıstan’ın bir Lak köyünde başlayan hayatı İstanbul’da son buldu. O hayatının her anını Kafkasya için yaşadı. Denebilir ki aldığı her nefeste Kafkasya vardı. Kaderin cilvesine bakın ki, O, 1918 yılında Kafkasya Cumhuriyetini kuran, daha sonra İstanbulda mülteci olan Pşimafe Kosok, Vassan Giray Jebağı, Alihan Kantemir gibi insanlarla Istanbul’da ikinci kuşak bir mülteci olarak bulunmuş; 1918 cumhuriyetinin kurucularıyla Istanbul’da aynı organizasyonlarda çalışmıştı.
Musa Amca dernekte tutumluluğuyla nam salmıştı. Hatta bu tutumluluk neredeyse cimrilik sınırına dayanıyordu. Musa Amca’nın cimriliği dernek parasıyla ilgiliydi. Oradan harcama yaptırmamak için kırk dereden su getirir, eski posta pullarını söker, üstlerini siler, dernekten dergi ya da posta göndermek için onları kullanırdık. Boş kağıtların yazı yazılabilecek kısımlarını makasla keser, bol miktarda müsvedde kağıt elde ederdi. Karton koliler, naylon ipler, amblaj kağıtları hep Musa Amca tarafından saklanır, lazım olduðunda da, ”Bak ben lazım olur demiştim” diye tebessüm ederek, ortaya çıkarılırdı.
Dernek parasında tutumlu olan Musa Amca, Dağıstan’dan ya da Kafkasya’dan gelen misafirlere karşı çok cömertti. Onlara hediyeler alır, yemeğe götürür, her türlü problemleriyle ilgilenirdi. ” Ben Türkiye’nin misyoneriyim,bunlar oraya dönünce bizim propagandamızı yapacaklar” derdi.
1948 yılında Türkiye’ye gelişinden itibaren, sirk cambazlığı, folklor hocalığı, kuyumculuk, çevirmenlik, yazarlık, yöneticilik gibi biribiriyle alakasız gibi görünen bir çok işi Kafkasya davası için aynı bünyede toplamıştı. Sonradan kazandığı T.C vatandaşlığını 56 yıl taşıdı. Bu süre zarfında kesinlikle eminim ki kalbini kırdığı ya da küs olduğu hiç kimse olmamıştır.
Ben, Kafkasyalı, özellikle Dağıstanlı birçok yazar ve siyasetçiyi onun sayesinde tanıdım. Rasul Hamzat ile onun evinde tanıştım. Musa Ramazan’ın çevirmenliğıyle Hamzat ile uzun bir ropörtaj yaptım. Yine Dağıstanlı ünlü siyasetçi merhum Nadir Haçaliyev’i onun dükkanında tanıdım. Musa Amca Dağıstan konusunda benim danışabileceğim en önemli isimler arasında yer alıyordu. Gecenin herhangi bir saaatinde kendisini arayarak, istediğim bir şeyi sorabilmenin rahatlığını yaşardım.
Musa Amca Kafkas Vakfını kurduğumuz zamanda bize en sıcak yaklaşan büyüklerimiz arasında yer almıştı. Hele Üsküdar Bulgurlu’daki yeni binayı satın aldığımızda o kadar sevinmişti ki, ilk zamanlar bir ay süreyle hemen hemen her gün Vakfa geldi. Binayı alırken borçlanmıştık, bu borçların nasıl ödeneceğini kendine dert edinmişti. Sürekli olarak, para bulmanın yollarını gösteren projeler getirirdi. Kendisi de katkı olsun diye yazdığı kitaplardan önemli bir miktarını vakfa bağılamıştı. Son günlerde bitirdiği baskı için hazırlanan bir kitabı Hulusi Üstün ile birlikte gözden geçirmişler, bu kitabın Kafkas Vakfı yayınları arasından çıkmasını istemiş, kitabın gelirini de Kafkas Vakfı’na bağışlamak istemişti.
Şamil Özavar tarafından kendisi için tertiplenen ”onur gecesi”nden dolayı çok mutlu olmuştu. Yaptığı çalışmaların takdir edilmesi, Kafkasya ile ilgilenen bütün kurum ve kuruluşların yanında olması ona büyük mutluluk yaşatmıştı.
Son yıllarda kendisini inceden inceye kemiren prostat kanserinden muzdaripti. Bu hastalığın onu mukadder sona doğru götürdüğünün farkındaydı. Yaklaşık iki ay önceki bir görüşmemizde, ”80 yaşına kadar en ufak bir ağrım ve sızım olmadan delikanlı gibi yaşadım. Artık ihtiyar olduğumun farkına vardım. Eskisi gibi otobüse binip istediğim yere gidemiyorum. Hem üşeniyorum, hem de korkuyorum..” demişti.
Musa Amca zengin sayılabilecek bir kategoride olmasına rağmen hayatı boyunca ne ehliyet sahibi oldu, ne de şahsına ait özel bir otomobile bindi. Cebinde taşıdığı mavi akbil ile Istanbul’daki her toplantıya her etkinliğe herkesten önce ulaştı. ”Gelmek benden, geri götürmek sizden” derdi.
30 yılı aşkın tanışıklığımız esnasında paylaştığımız o kadar çok anı var ki, bunlardan hangi birini yazayım? Yeri ve zamanı geldiğinde Musa Ramazan Amca’yla ilgili anılarımızda yakın tarih hatıraları içinde yer alacak.
Musa Amca da her canlının yaşadığı kaderi yaşadı. Her fani gibi o da bu dünyadan göçtü. Ne mutlu ona ki ardında güzel eserler, güzel hatıralar bıraktı. Başta eşi olmak üzere kızı Oya’ya, onu tanıyan bütün insanlara, tüm Kuzey Kafkasya camiasına başsağılığı diliyorum.
Allah rahmet eylesin, Allah mekanını cennet etsin.