ANADİLDE YAYIN – 2

Standard

Anadilde yayın tartışması Türkiye’nin gündemine girdiğinden beri ülkemizde var olan diğer etnik kökenli diller Kürtçe’nin gölgesinde kaldılar. Türkiye’nin AB sürecinde gerçekleştirdiği demokratik uyum yasaları başlangıçta bir dayatma gibi görünse de yinede demokrasinin gereği olan yasalardır.

Türkiye’yi yıllardır uğraştıran PKK belası bölünmenin eşiğine gelen ve bölünme korkuları yaşayan cumhuriyet rejimine, demokratik taleplere karşı şüpheyle bakma refleksi kazandırmıştır. PKK’nın siyasi talepleri sonucu bölge halkının konuştuğu dil de neredeyse
terörist ilan edilme sınırına gelmiştir. Kürtçe ile siyasi Kürtçülük iç içe geçmiş bunun sonucu Kürtçe de sanık sandalyesine oturtulmuştur.

Ankara’da yapılan Kafkas Dernekleri Federasyonu toplantısı sonucunda yapılan açıklamada yer alan Çerkesçe yayın talebi gazetelere “Kürtlerden sonra Çerkesler de dillerinde yayın istiyorlar” şeklinde yansımıştır. Gazeteler bu konuyu bile bile sansasyonel haber yapmaktadırlar. Uyum yasaları sonucu çıkarılan anadilde yayın yasasının bir cümlesinde bile Kürtçe ibaresi geçmemektedir. Bu ibare Türkiye’de var olan bütün farklı etnik diller için geçerlidir.

Burada bir gerçeği dile getirmek istiyorum. Türkiye’de Kürtçe için yok olma Kürt için asimile olma endişesi duyanlar fazla hassas ve fazla duyarlı davranıyorlar kanaatindeyim. Batmanda açılan Kürtçe öğretim kursuna yapılan kayıtlar ile ilgili bir haberi televizyonda izlerken, 45 – 50 yaşlarında doğru dürüst Türkçe konuşmayı beceremeyen bir kadının Kürtçe öğrenmek için kayıt olmaya
gelmesi gerçekten bir komedi tiyatrosunu andırıyordu.

Türkiye’de yaşayan Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun Kürtçe öğrenmeye ihtiyaçları yoktur. Onlara asıl lazım olan, vatandaşı oldukları ülkenin dilini biraz daha iyi öğrenmeleridir. Bugünkü işleyişte Kürtçe kursları konuştukları dilin alfabesinde okuyan ve yazan insanlar yetiştirmeye yönelik olacaktır.

Güçlü ve kudretli zamanında, 20 milyon kilometrekare toprağa sahip dünyanın en büyük devletleri arasında sayılan, Osmanlının mirasçısı Türkiye, zorunlu olarak farklı diller konuşan vatandaşlara sahip olmuştur.

Türkiye’de bugün 30’dan fazla farklı etnikten gelen dilin var olduğu söyleniyor. Gürcistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek bağımsız birer devlet olmaları sebebiyle bu diller resmi dillerdir. Yayınında ve öğretiminde herhangi bir problem de yoktur.

Türkiye’de Kürtçe’den sonra en geniş etnik dil olması kuvvetle muhtemel olan dil çerkesçe diye bilinen Adige dilidir. Kuzey Kafkasya halkları bağımsız olmadıkları için konuştukları diller bir devlet dili olarak resmi kabul görmemektedir. Bu durumun bir dilin varlığını devam ettirmesini zorlaştırmasının yanı sıra yol olmasına da yol açacağını söyleye biliriz.

Kullanılmayan ya da kullanılmasına şu yada bu şekilde imkan tanınmayan dilin giderek varlığını kaybetmesi sonunda da yok olması kaçınılmazdır.

Adigece ve diğer Kafkas dilleri binlerce yıllık geçmişe ışık tutan fenerlere benzerler.tarihin karanlık devirlerinden haber getiren ulaklar mesabesindeki bu dilleri korumak bütün insanlığın görevidir. Bir Kuzey Kafkasya halkı olan Ubıhlar ile birlikte onların onların dili Ubıhça da yok oldu. Ubıh dili son konuşan insanlardan derlendiği kadarı ile George Dümezil tarafından kitaplaştırıldı. Manyaslı Tevfik Esenç’in ölümüyle birlikte tarihin karanlığına gömüldü. Ubıh kökenli bir çok Kuzey Kafkasyalı kendi dilini artık konuşamayacak! Ne kadar hazin bir durum. Türkiye’de farklı etnikten gelen dilleri Kürtçe ile kıyaslamak büyük bir insafsızlıktır. Mevcut yasa bu haliyle bile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dilleri kurtarmaya yetmeyecektir. Medeni toplumlar dünya üzerinde yaşayan farklı kültürleri bir zenginlik unsuru olarak görürler. Zamanında dünya kültür mirasına büyük katkılarda bulunan Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti de bu görevi üstlenmek durumundadır.

Çıkarılan uyum yasaları Kürt ve Kürtçülük fobisiyle zedelenmemelidir. Devlet dış mihraklardan destek aldığını düşündüğü, bölücü olarak gördüğü farklı etnik gurupların dillerini yasaklayarak onlara baskı kurarak sonuca ulaşamaz. Tam aksine kendisiyle her zaman beraber olmuş kader birliği yapmış farklı etnik gurupların dillerini öğrenmesini bizzat teşvik ederek onlara kolaylıklar sağlayarak dengeleyici olabilir. Çerkesçe, Kürtçe gibi Türkiye’de yaygın olarak konuşulan bir dil değildir. 5 milyonluk bir Çerkes toplumundan bahsedilse, bunun ancak yüzde onbeş yada yirmisi çerkesçeyi konuşuyor veya anlıyor olabilir. Böyle bir durumda sıfırdan dil öğrenecek olan Çerkes toplumu için başka projelerin gerçekleştirilmesi gerekir. Devletin desteği ile dilini öğrenen her Çerkes daha güçlü vatandaşlık bağları ile ülkesine bağlanacaktır.

Türkiye’de elli civarında vilayete dağılmış olarak yaşayan Çerkesler için mevcut yasalar pek fazla bir değişiklik getirmeyecektir.

Uyum yasaları, anadil öğrenimi ve yayın noktasında devlet mahalli idarelere kontrolü elinde tutmak kaydıyla yetki vermelidir. Özel öğretim kurumları tip yönetmeliği çerçevesinde tavan yüksekliği kapı genişliği, tuvalet sayısı gibi standart yönergelere bağlı bir eğitim kurumu problemleri çözmede yeterli olmayacaktır. Devlet kendi kontrolünde, kendi eğitim binalarında talepte bulunan bütün vatandaşlarının isteklerini yerine getirmelidir. Bunu yaparken sivil toplum kuruluşlarıyla el ele vermelidir. Her şeyden şüphelenen ve öküzün altında buzağı arayan anlayış artık terk edilmelidir.

Bir zamanlar “Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığını tercih ederim” sözünü söyleten, adaletli bir yönetim uygulayan, 600 sene yönettiği ülkelere bile Türkçe öğretmek gibi bir dayatmada bulunmayan, buna rağmen büyüyen, Ortadoğu gibi kaynayan bir kazanı yüzlerce yıl adalet içinde yöneten bir devletin varisiyiz biz. Kanla ve irfanla kurulan bu devletin parçalanması mümkün değildir.

Devletini kaybeden insanlar devletin değerini çok iyi bilirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir